31 Ocak 2013 Perşembe

Günde Üç litreden fazla tüketilen su zararli

1 günde Üç litreden fazla tüketilen su zararlı

Yaz aylarında su içmenin faydalı olduğunu sık sık dile getiren uzmanlar, her şeyin fazlası gibi suyun da aşırı tüketiminin tehlikeli olduğunu belirtiyor.
Yaz aylarında su içmenin faydalı olduğunu sık sık dile getiren uzmanlar, her şeyin fazlası gibi suyun da aşırı tüketiminin tehlikeli olduğunu belirtiyor.
TUZ ORANI DÜŞER 
Günde üç litrenin üzerinde su içilmemesi gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, şu bilgileri verdi: “Üç litreden fazla su içilirse, vücutta kalan sıvı dolaşım sisteminden atılmaz ve kanı sulandırır. Kandaki tuz oranının düşmesine neden olan aşırı su; kasların güçsüzleşmesi, epilepsi ya da kalp krizi riski yaratabilir. Kalp, böbrek ve karaciğer hastalarının da aşırı miktarda su içmemesi gerekiyor.”



Sağlikli Beslenme için Her yaşta kahvaltı şart

Sağlıklı beslenme için temel kural her yaşta kahvaltı şart!

Yapılan birçok çalışma, güne iyi bir kahvaltıyla başlamanın, her yaş grubu bireyde önemli yararlarının olduğunu gösteriyor.
Yapılan birçok çalışma, güne iyi bir kahvaltıyla başlak, her yaş grubu bireyde önemli yararlarının olduğunu gösteriyor.
Uzmanlar “Kahvaltı etmeden güne başlamak vücuda büyük zararlar verebilir” diyerek şu bilgileri veriyor: “Gece boyunca süren uzun bir açlık döneminin ardından sabahları hafif bir kahvaltı şarttır. Kahvaltı yapılmadığı zaman; vücut proteini suyu azalır, tiroit enzim aktivitesi azalır, kan kolesterol ve lipidleri artar. Bu gelişmeler kalp damar hastalıkları riski oluştururken, diyabet ve hipertansiyona da zemin hazırlanır. Bu yüzden kahvaltı etmeden evinizden çıkmayın.”


Kilo vermek için Fırsatlari iyi değerlendirin

Kilo vermek için Fırsatları iyi değerlendirin

Kilo alımının arttığı 40 yaş ve sonrası dönemde bazı noktalara dikkat ederek daha fit kalabilirsiniz
Yaş, kontrol edilemeyen bazı değişiklikleri de beraberinde getirir. Mesela; kırışıklıklar, güçsüzleşen kaslar… Ancak bazı şeyleri değiştirmek de sizin elinizde. 40′ından sonra iyi görünmek ve iyi hissetmek istiyorsanız Life Fitness Akademi uzmanlarından Özgür Güngör’ün tavsiyelerine göz atabilirsiniz:
Egzersiz haricinde efor sarf etmenizi sağlayacak fırsatları mutlaka değerlendirin (Asansör yerine merdiven çıkmak gibi). Farkı göreceksiniz.

Vücudunuzdaki kas oranı arttıkça metabolizma hızınız da artar ve daha fazla kalori yakarsınız. Ağırlık egzersizi aynı zamanda kemik hacminizi artırır ve kemik erimesini önlemeye yardımcı olur.
Kardiyoyla yaktığınız kaloriyi fazlalaştırabilirsiniz. Koşu bandında 10-20 dakika fazla durmak, akşam yürüyüşleri yapmak gibi fırsatları değerlendirin ve programınıza karın egzersizleri eklemeyi ihmal etmeyin.

Koşu, yürüyüş gibi egzersizlerde nabzın bir seviyede tutulması ve kontrollü şekilde artırılıp azaltılması egzersizin faydalı olmasını sağlar.

ESNEMEYİ UNUTMAYIN

Her kardiyo egzersizinden sonra mutlaka esneme hareketleri yapın. Kaslarınızı uzatarak hem sakatlanmalara karşı kendinizi koruyabilir, hem de hareket kabiliyetinizi artırabilirsiniz.


Çorba Yemekten Önce Büyük Ölçüde zayıflatir

Çorba Yemekten önce büyük ölçüde zayıflatır

Yemekten önce bir kase çorba içmenin zayıflattığı kanıtlandı . Yemeklerden önce çorba içmenin kilo verdirdiği araştırma ile kanıtlandı. Amerikalı bilim adamları, mideleri çorba ile şişen insanların …
Yemekten önce bir kase çorba içmenin zayıflattığı kanıtlandı.
Yemeklerden önce çorba içmenin kilo verdirdiği araştırma ile kanıtlandı. Amerikalı bilim adamları, mideleri çorba ile şişen insanların sıradaki yemekleri daha az yediklerini ve bu sayede aşırı kilo almaktan kurtulduklarını söylediler.
Çorba diyetini gönüllüler üzerinde deneyen Pennsylvania Eyalet Üniversitesi bilim adamları, öğlen yemeğinde ana yemekten önce çorba içenlerin, çorba içmeyenlerden beşte bir daha az kalori aldıklarını tespit ettiler.

Ancak uzmanlar içilecek çorbanın da düşük kalorili olması gerektiği yolunda uyarıda bulundular. Örneğin kremalı bir çorba içilirse tam tersi etki yaparak toplam kaloriyi artırıp kilo aldırıyor. Araştırmada sebze çorbası gibi hafif kalorili çorba çeşitleri kullanıldı.


Etkili bir Başarı İçin Kahvalti Şart

Etkili bir Başarı İçin Kahvaltı Şart

Uzmanlar öğrencilerin başarısı için güne mutlaka kahvaltı yaparak başlamaları konusunda anne babaları uyarıyor.
Denizli Servergazi Devlet Hastanesi Başhekimi ve Çocuk Hastalıkları Uzmanı Dr. Gürbüz Akçay, kahvaltı etmeden güne başlayan öğrencilerde, düzenli olarak kahvaltı yapanlara göre öğrenme güçlüğü görüldüğünü, ders esnasında dikkatlerinin dağıldığını söyledi.
Kahvaltı etmeyen öğrencilerin başarısının daha düşük olduğunun araştırmalarla tespit edildiğini belirten Uzm. Dr. Akçay “Rol model olan anne babanın da yeterli ve dengeli bir kahvaltı yapmasını bekleriz. Örneğin çocuğa kahvaltının öneminden bahsederken babanın anneye, ‘Kahvaltı için vaktim yok, ofiste bir şeyler atıştırırım’ demesini okul çağındaki küçük bireyimiz kulak ardı etmeyecek ve davranışlarına yansıtacaktır” şeklinde konuştu.
Servergazi Devlet Hastanesi diyetisyeni Fatih Sert de kahvaltıda amacın besin çeşitliliğinin sağlanması, karbonhidratların ve lifli besinlerin yenmesi olduğunu belirtti.
Sert “Bu dengeyi sağlamak, çocuğumuzun derste dikkatini toplamasını ve öğrenmesini kolaylaştıracak, okul başarısını arttıracaktır. Uzun vadede ise çağımızın hastalığı olan obezite ve onun sebep olduğu kardiyovasküler hastalıkların, diyabet ve yüksek tansiyonun oluşma riskini en aza indirecektir” dedi.
Fatih Sert, kahvalti mönüsü hakkında da bilgi verdi. ” Kahvaltı, güne başlarken bir itici güç etkisi yapar. Sadece karnın doyurulması yeterli değildir. En çok enerji harcayan ikinci organımız beynimizdir ve asıl doyurulması gereken odur. Bunun için kahvaltımızda süt, peynir, haşlanmış yumurta ve zeytinin yanında dönüşümlü olarak ev yapımı reçel, bal ve pekmezin, ekmek olarak tam buğday ekmeğinin bulunması gerekir. Hafızamızı beslemek adına ceviz, fındık, badem gibi kuruyemişler, kuru üzüm ve kuru kayısı gibi meyveler de kahvaltımızın vazgeçilmezleri arasına girmelidir”


Kadınlar en fazla 8 gün diyete dayanabiliyor

Kadınların diyeti en fazla sekiz gün sürüyor

Kadınlar diyet yapmaya 8 gün dayanabiliyor, 9’uncu gün ise yediklerine dikkat etmiyorlar. İngiltere’de yapılan bir araştırmada,..
İngiltere’de yapılan bir araştırmada, kadınların diyet yapmaya 8 gün dayanabildikleri ve 9’uncu gün yediklerine dikkat etmeyi bıraktıkları belirlendi.
İngiltere’nin en büyük zayıflama programı kuruluşu Slim Fast tarafından bin kişi üzerinde yapılan araştırmada, kadınların diyeti ortalama 8’inci günden sonra bozmalarının sebebi olarak ise kişiye özel diyet uygulamamaları gösterildi.
Beslenme uzmanı Fiona Hunter, diyet uygularken altın kuralın kişinin kişisel zevklerine uygun sağlıklı besinler seçilerek, motivasyonunu her zaman yüksek tutmak olduğunu söyledi.


İşte Size En büyük diyet yalanlari

İşte size 2013 yılına özel en büyük diyet yalanları!

Diyet ve egzersiz hakkında herkesin söylediği bir şeyler ve yapılan yorumlar var. Peki hangileri doğru?
Hayatımızın çeşitli dönemlerinde bir parçamız haline gelen diyet ve egzersiz hakkında herkesin söylediği bir şeyler ve yapılan yorumlar var, ama gerçek gibi görünen bu bilgiler ne kadar doğru ve ne kadar sağlıklı hiç düşündünüz mü?
EGZERSİZ YAPTIKTAN SONRA SPOR İÇECEĞİ İÇMEK ÇOK GEREKLİDİRVücudumuzun en önemli sıvı ihtiyacını “su” ile karşıladığımızı hepimiz biliyoruz. Eğer spor yaptıktan sonra vücut çok fazla ter attıysa, sıvı dengesini korumak için mutlaka su içmeli. Hatta tuz ve şeker de gerekli, bu yüzden spor içecekleri faydalı olabilir. Ancak sadece bol bol su içmek de yeterli değil.
YAĞLARI YOK ETMEK İÇİN SADECE 20 DAKİKALIK EGZERSİZ YETERLİEn az 45 dakika egzersiz yapmalı, sürenin sonuna doğru temponu yavaşlatmayı unutmamalısın.
FİLM İZLERKEN İSTENİLDİĞİ KADAR PATLAMIŞ MISIR YENİLEBİLİR, ANCAK ŞEKERDEN UZAK DURULMALIDIRCosmotürk’teki habere göre, patlamış mısır sağlıklı bir atıştırma olabilir, ancak yağsız ve az tuzlu ise. Üstelik ölçüsünü de fazla abartmamak gerekli. Eğer sinemalarda satılan ve en az 1000 kalori içeren büyük boy mısır kadar yemeyi düşünüyorsan şeker yemen daha doğru bir tercih olabilir! Minik şekerciklerin bir avuç kadarı 75 kalori civarında. Tercih sana kalmış!
ABUR CUBURLARDAN BİR KEREDE VAZGEÇMEK GEREKİRDiyet yapmak güçlü bir irade ister. İradeni kullanmakta zorlanıyorsan bir şeyden vazgeçmek için kendine şans tanımalısın. Bir defada alışkanlıklarından vazgeçmek yerine, onları azaltmayı dene. Çünkü bir anda hepsinden mahrum kalırsan, tekrar yeme isteğin artar.
YİYECEKLERİ HIZLA ÇİĞNEMEK GEREKİRBeyne doyma sinyalleri en az 20 dakika sonra ulaşacağı için zaman önemli. Hızlı çiğnemenin tam aksine, yiyecekleri yavaş yavaş öğüterek bolca çiğnemek gerekir. Ayrıca kendini doymuş olarak hissetmeden masadan kalkman da çok işe yarayacak.
BİR DAVETTE YEMEK YERİNE, YEMEĞİ EVDE YEMEK DAHA SAĞLIKLIDIREğer kendini çok aç hissediyorsan, çıkmadan önce bir şeyler atıştırmalısın. Ancak aç değilsen, “orada az yiyeceğim” diye önceden zorla tıkınmamalısın.
AÇ DEĞİLKEN BİR ŞEYLER YENİLEBİLİRAç değilken yemek yemek, kendine yapabileceğin en kötü işkencelerden biri, tabii eğer kilo alma derdin yoksa… Sana bir öneri: Kendini aç hissettiğin zaman 15 dakika bekle. Hala açsan, yemek yemende bir sakınca yok.
KALORİ ALMAMAK İÇİN SÜT YERİNE SODA İÇİLMELİEvet, fakat dişlerinin, kemiklerinin kalsiyumdan mahrum kalmasını istiyorsan… Ayrıca karbonatlı içeceklerin, kemiklerin absorbe ettiği kalsiyumu kestiğini unutma.
LİGHT ÇİKOLATA, ŞEKER VE İÇECEKLER KİLO ALDIRMAZŞekerlemeler, çikolatalar, şekerli içecekler şeker yerine tatlandırıcılarla yapılmışlarda kaloriler azaltılmıştır. Eğer şekerden daha geç emilen sorbitol, fruktoz gibi doğal tatlandırıcılar kullanılmış ise kalorisi normal ürünlerle aynıdır. Yanılmamak için üzerlerindeki bilgilere dikkat etmelisin.
KİLO VERMEK İÇİN VEJETARYEN BESLENME GEREKLİDİRHayvan ürünleri yerine sadece sebze ile beslenmek, pek de sağlıklı değil. Çünkü diyetinde et bulunmaması, vücudun ihtiyacı olan önemli minerallerden çinko ve demiri vücudun alamaması anlamına geliyor.


Kalp hastalarının kalbini kırmayın

Kalp hastalarının kalbini kırmayın!

Sadece açık kalp ameliyatları değil kalple ilgili geçirilen ağır rahatsızlıklardan sonra çok çeşitli psikolojik tepkiler görülebilir. Kişinin kalp gibi son derece yaşamsal bir organının bir şekilde hastalanması ve …
Kalp hastalarının kalbini kırmayın!
Onlar depresyonda olabilir!
Sadece açık kalp ameliyatları değil kalple ilgili geçirilen ağır rahatsızlıklardan sonra çok çeşitli psikolojik tepkiler görülebilir. Kişinin kalp gibi son derece yaşamsal bir organının bir şekilde hastalanması ve her an bir sorunun gelişebileceği düşüncesi doğal bir kaygıdır. Acıbadem Maslak Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Doç. Dr. Cem İncesu, kalp ameliyatı geçiren kişilere hastalara karşı hassas olunmasını, “Sen hastasın, yapamazsın” gibi negatif yorumlar içeren mesajlar verilmemesini önerdi.
 Kalp ameliyatından ya da  geçirilen ağır kalp rahatsızlığından sonra yaşanan psikolojinin belirtileri var mı?Elbette. Çeşitli bedensel belirtileri vardır. Bu kişilerde karıncalanma, çeşitli duyumlar, göğüs bölgesindeki ağrılar, çarpıntı olduğu düşüncesi gibi psikolojik belirtiler görülebiliyor. İleri vakalarda ise ‘panik atak’ dediğimiz psikolojik rahatsızlık geliyor. Kişinin ölüm korkusuyla bedensel belirtilerin görüldüğü terleme, titreme, baş ağrısı, bulantı, çarpıntı gibi yakınmalarla giden ölüm ve panik korkusu yaşanabiliyor.
 Başka hangi psikolojik tepkiler görülür?
Gösterilen bir başka psikolojik reaksiyon, depresyondur. Depresyon, anksiyete ve panik ataklara eşlik edebilir. Onlarla birlikte olabilir ya da ayrı olabilir. Depresyon eklendiğinde kişi yaşamdan çekilir, içine kapanır, isteksizlik, moral bozukluğu, yaşamdan zevk almama, yapılan her işin anlamsız olduğunu düşünme, iş performansında düşüklük, dikkatin azalması, unutkanlık, halsizlik, motivasyonsuzluk, ümitsizlik, ağlama, alınganlık, kuşkuculuk gibi belirtilerin eşlik ettiği depresif bir tablodur. Çok daha nadir olarak başka ağır psikolojik tablolar da görülebilir.
 Bu tür psikolojik rahatsızlıklar görüldüğünde hemen bir uzmana görünmek gerekir mi?
Kişiler bu sorunların kendi kendine geçeceğine inanır fakat bu yanlış bir düşüncedir. Çünkü beyinde yani merkezi sinir sisteminde bir dizi değişiklikler olur. Nasıl karaciğerimizde sorun olduğunda kendimiz iyileştirmeye kalkmıyorsak, bu tür psikiyatrik rahatsızlıklarda da beynin rahatsızlık içerisinde olduğunu anlamak gerekiyor. Bu nedenle mutlaka bu tür hastaların uzmana başvurmaları gerekiyor.
 Kalp ameliyatı olmuş bir hastanın yakınları hastaya nasıl davranmalı?Bu tür operasyon geçiren kişilerin yakınlarının asla unutmamaları gereken nokta bu kişilerin psikolojik sorunlarının gelişebileceğidir. Bu nedenle herkesin hazırlıklı olması gerekir. Böyle bir durum geliştiğinde mutlaka doktora başvurulmalıdır. Hasta yakınları ameliyat sonrası dönemde bu tür psikolojik tepkileri azaltıcı, o kişiyi rahatlatıcı tavırları alabilir. Gerçekten tam anlamıyla destekleyici bir tutum sergilemeleri gerekir. Bu destekleyici tutum kişinin iş yaşamından tutun, özel yaşamına çok geniş bir perspektifte olmalıdır. Destekleyici tutumun abartılmaması da gerekiyor. Tutumu abarttığınız zaman ve hasta muamelesi yapmaya başladığınız zaman kişide var olan hastalık duygusu, işe yaramazlık, özgüvendeki azalma gibi duygular desteklenmeye başlamış olurlar. “Sen gerçekten hastasın, yapamazsın, aman dikkat” gibi mesajlar kişiye yarardan çok zarar getirir. Hassas bir dengenin oluşturulması gerekiyor. Ne hasta muamelesi yapılmalı ne de hiçbir şey yokmuş gibi davranılmalı.
 Ne zaman psikolojik destek alınmalı?
Depresyon, panik ataklar, somatik anksiyete denilen kişinin çok fazla kaygı ve endişe içinde olması durumunda mutlaka destek alınmalıdır. Eğer kişilikle ilgili hafif belirtiler varsa bunlar idare edilebilir, zamana bırakılabilir. Ama çok ciddi değişiklik varsa o zaman mutlaka psikiyatrik yardıma ihtiyaç var demektir


Ağız kokusunun tedavisi mümkün mü

Ağız kokusunun tedavisi mümkün mü?

Evlilikleri yıkan, aşkları bitiren, kariyerleri sekteye uğratan, özgüvenleri ve medeni cesaretleri yerle bir eden bir hastalıktır ağız kokusu(halitosis).
Tıp dünyası ağız kokusunu iki ana başlığa ayırmakta; Fizyolojik ve Patolojik sebepler;
* Gün boyunca dilde ve damakta üreyen bakterilerden kaynaklanan kokular (%55)
* Sert kokulu gazlar ve enzimler içeren yiyeceklerin (sarımsak-soğan) tüketilmesinden kaynaklanan kokular (%12)
* Sigara ve tütün mamullerinin tüketiminden kaynaklı kokular (%33) Fizyolojik ağız kokuları kapsamına girmektedir.
Patalojik ağız kokularının sebebleri ise genelde,
* Diş ve dişeti hastalıkları, solunum yolu enfeksiyonları, Diyabet, Böbrek yetmezliği ve metabolizma bozuklukları olarak sıralanabilir.
Genel olarak bakıldığında, ağız kokusu üzerine yapılmış çalışmalar bize ağız kokusunun %87 sinin ağız boşluğu kaynaklı olduğunu göstermektedir. Bunun %51 si dilden, %49 u ise diş ve dişeti hastalıklarından kaynaklanmaktadır.
Bu güne kadar diş fırçalamak hijyeni sağlasa da, asıl unsur olarak tedavi edici olmaktan uzaktır. Naneli ve mentollü sakız, pastil ve spreyler ise kokuları sadece çok kısa süreliğine perdelemekte fakat ağız kokusuna uzun süreli ve tedavi edici etki gösterememektedir. Oysa ki okaliptus, karanfil, tarçın, zerdeçal gibi antibakteriyal bitkilerin ekstrelerin doğru kombinasyonunun düzenli kullanımı ağız kokusuna çözüm olabilmekte.


Dişlerinizi Böyle Beyazlatın

Dişlerinizi Böyle Beyazlatın

Gülümsemenize gölge düşüren diş lekelerindan biraz dikkatle kolayca kurtulabilirsiniz. İşte diş lekelerinden kurtulma yolları…
Dişteki lekeler genellikle basit bir temizlik ile giderilebilir.
Diş doktorları tarafından uygulanan diş taşı temizliği sonrasında polisaj denilen bir işlem uygulanıyor. Polisaj işlemi dişlerin üzerine özel bir macun uygulayarak bir lastik yardımıyla dişleri daha beyaz hale getirme işlemi olarak biliniyor. İşlem sonrasında dişlerdeki lekeler çıkmıyorsa ya çürük vardır ya da diş lekesi derine işlemiştir. Dişin içine işlemiş lekeleri temizlemenin yolu da diş beyazlatmaktır.
Temel Prensip Her Öğünden Sonra FırçalamaDişte leke oluşumunu engelleyen birçok diş macunu bulunuyor. Bu diş macunları düzenli kullanıldığında olumlu sonuç veriyor. Özellikle sigara içen kişilerin dişlerinde görülen sararmayı önleyici özellik taşıyan ürünler oldukça etkili… Ama temel prensip mutlaka öğünlerden sonra dişleri fırçalamaktır. Özellikle kahve gibi kafein içeren içecekler dişler üzerinde leke bırakır.
Diş macunu seçerken florürlü ve dişi koruyucu maddeler olanları seçmek gerekiyor. Dişi aşındırıcı öğeler içeren diş macunları kesinlikle kullanılmamalı. Diş beyazlatma kalemi ise bir diğer etkili çözüm yolu…
Dip İpinin Önemini Gözardı EtmeyinDiş ipi kullanmak da çok önemlidir. Dişin arasında kalan parçacıklar dişin çürümesine ve kalıcı renk değişimlerine neden olabilir. Küçük yaştan itibaren uygun diş ipi kullanmak ve diş etlerini acıtmamaya özen göstermek yararlı olacaktır.


Dişleri güçlendiren 5 besin

Dişleri güçlendiren 5 besin

Doğru beslenme dişleri güçlü tutuyor. Uzmanlara göre, 5 kuvvetlendirici besini tüketerek dişlerinizi güçlü tutabilirsiniz.
Uzmanlara göre, 5 kuvvetlendirici besini tüketerek dişlerinizi güçlü tutabilirsiniz.
Süt: Kemiklere olduğu kadar dişler için de kalsiyum açısından önemli bir yer tutuyor. Diş eti hastalıklarına karşı korumaya yardımcı oluyor ve çene kemiğini güçlendiriyor. Son zamanlarda birçok hastalığı engellemede önemli rol oynadığı belirlendi.
Somon: Somon balığı ve uskumru gibi yağlı balıklar, diş ve diş etini korumayı sağlayan ve kalsiyum açısından zengin bir besin… Somon balığında bulunan D vitamini ağız sağlığı için çok önemli… Özellikle çocuklarda diş gelişimine yardımcı olan besinlerin başında yer alıyor.
Portakal: Portakal gibi turunçgiller, bağ dokusunu güçlendirerek diş etlerinizin sağlıklı kalmasına yardımcı oluyor. Ayrıca diş eti iltihabını önlüyor. Aynı zamanda içindeki florun sayesinde, dişin sert tabakasının yapısını geliştirerek, dişleri ağız içinde oluşan asitlere karşı koruyor.
Çilek: Çilek de, portakal ve diğer narinciye meyveleri gibi C vitamini açısından zengin. Diş etlerinin gücünü ve bütünlüğünü koruyor. Mevsiminde olgun bir çileği ezerek dişleri fırçalamak, dişlerin beyazlamasını sağlıyor.
Su: Gıda atıklarının temizlenmesine yardımcı oluyor. Tükürük seviyesini yükseltiyor. Tükürüğün en önemli özelliğinden biri diş çürümesine engel olmak… Su aynı zamanda diş minesinin zarar görmesini ve diş çürüklerine engel oluyor.


Fazla yağlardan kurtulmanın yolları

Fazla yağlardan kurtulmanın yolları


Fazla yağlarınızdan kurtulma yolları, en doğal yoldan uzun vadede yağsız sağlıklı bir vücuda kavuşun. Sıcak yaz günlerinde sağlıklı beslenmek ve yağlarınızdan kurtulmak,..
Fazla yağlarınızdan kurtulma yolları, en doğal yoldan uzun vadede yağsız sağlıklı bir vücuda kavuşun. Sıcak yaz günlerinde sağlıklı beslenmek ve yağlarınızdan kurtulmak için mucize besinler. Bu besinleri tüketerek mükemmel bir vücuda sahip olabilir, kilolarınızdan kurtulabilirsiniz..
Kırmızı biber: İçindeki acı madde “capcaicin”, vücudun kan dolaşımını hızlandırarak ısısını artırmasına neden oluyor. Vücudun forma girmesine yardımcı olan bu etkiye de “termojenes” adı veriliyor. Vücut ısısı ne kadar artarsa yağ yakımı da o derece hızlanıyor.
Hindiba: Hafif sarımsı bu sebze içinde kan damarlarına pozitif etkisi bulunan ve hazmı kolaylaştıran ‘intybin’ ya da ‘taraxin’ gibi çok özel keskin maddeler barındırıyor. Bu iki madde, vücuttaki asitlerin atılımında ve metabolizmanın düzenli çalışmasında önemli bir görev üstleniyor. Bu sayede tatlıya olan iştah azalıyor.
Greyfurt: Bu meyve içeriğindeki ikincil bitkisel maddeler ve C vitaminiyle gerçek bir form dostu olduğunu kanıtlıyor. Vücudun enerjisini artırırken açlık krizlerini önleyici etkisi bulunuyor.
Yoğurt: Kalsiyum olmadan metabolizmamız sadece sınırlı bir şekilde çalışmasını sürdürüyor. Bu yüzden iyi bir beslenme düzenine dikkat etmek sağlıklı ve kusursuz bir vücuda sahip olmakla aynı anlama geliyor. Az yağlı yoğurt içerdiği yoğun mineraller sayesinde vücudun yağ yakımını da belirli bir oranda yükseltiyor


10 bardak çayla 400 kalori

10 bardak çayla 400 kalori


Obeziteyle mücadeleyi eylem planına alan Sağlık Bakanlığı zayıflama rehberi hazırladı. Rehberde zayıflamayla ilgili ‘mit’ler yıkıldı.
Sağlık Bakanlığı’nın uzmanlara hazırlattığı ‘Şişmanlık konusunda 70 soru 70 cevap’ rehberinde beslenme ve şişmanlıkla ilgili olarak merak edilen sorulara yanıt veriliyor.
Kitapçıkta “Su içsem yarıyor düşüncesi doğru değil, çünkü suyun kalorisi yok. Kızarmış ekmekle, kızartılmamış ekmek arasında kalori açısından farkı yoktur. Bir adet kesme şeker 20 kalori verir. Günde 10 bardak çay içen bir birey günde 400 kaloriyi sadece şekerli çaydan alır” gibi bilgilere yer veriliyor.
Hiçbir bitki zayıflatmaz, yağ yakmaz 
* Bazı bitkiler bağırsakları çalıştırır, ancak hiçbir bitki zayıflatmaz. Greyfurt, lahana çorbası, kereviz gibi besinlerin ve hiçbir besinin yağ yakma, kalori eritme gibi bir özelliği yoktur.
* Eğer patates yemeyi seviyorsanız, haşlama, ızgara veya fırında pişirme yöntemlerini tercih etmelisiniz. Zayıflama ilaçlarının pek çok yan etkileri vardır ve bağımlılık yapabilirler.
Emzirme döneminde diyet olmaz * Özellikle emziklilik döneminin başında düşük kalorili diyet uygulaması, süt yapımını azaltmakta ve sütün besin değerini olumsuz etkilemektedir. Başarılı bir emzirme, annenin gebelikte aldığı kiloların verilmesini destekler.
* Metabolizma her 10 yılda yavaşlar. Ev işleri de fiziksel aktivite türlerinden biri. Ancak sadece ev işleri
yapılarak zayıflanamaz.
* Hamam, sauna gibi sıcak ortamlarda veya naylon giysiler kullanarak terleme yoluyla kilo kaybedebilirsiniz. Ancak kaybedilen kilo yağ değil, sudur.
Su içsem yarar’ demeyin çünkü suyun kalorisi yok *Su içsem yarıyor düşüncesi doğru değildir çünkü suyun kalorisi yoktur. Çay ve kahvenin kalorisi yok denecek
kadar azdır. Ancak içine atılan süt, şeker, şurup ve krema gibi ekler kalori değerini arttırır. Günde 10 bardak 2 şekerli çay içen bir birey günde 400 kaloriyi sadece içtiği çaydan alır.
* Esmer şeker, beyaz kristal şeker ile ön işlemlerden geçirilmiş ve gıda saflığına ulaştırılmış bir miktar şekerkamışı melasının karıştırılmasından elde edilir. Kalori bakımından esmer şeker ve beyaz şeker arasında çok az fark vardır.
* Yeterli ve dengeli beslenme düzeni içinde uygun miktarlarda tüketilen ekmek şişmanlatmaz.
Ceviz ve fındıktaki yağ damarları tıkamaz *Ceviz, fındık, fıstık gibi besinler yüksek enerji ve yağ içerir. Bununla birlikte içerdikleri yağ türü damarları tıkayıcı nitelikte değildir.
* Zayıflamak isteyenlerin diyet ürünleri kullanmaları şart değildir. Diyet ürünler kendi başlarına insanın zayıflamasını sağlamaz, ancak bu ürünlerin zayıflamaya yardımcı oldukları bilinmektedir.
Zayıflama ilaçları * Piyasada zayıflama ilacı adı altında satılan çok değişik ürünler bulunmaktadır. Bir ürünün ilaç olması için Sağlık Bakanlığı İlaç ve Eczacılık Genel Müdürlüğü tarafından ilaç ruhsatı alması gereklidir. Bu iznin olmadığı ürünler, ilaç değil bitkisel ürünlerdir.
* Besin öğeleri içinde karbonhidratlar ve proteinlerin 1 gramı 4 kalori verirken, yağların 1 gramı 9 kalori vermektedir. Yağlar en çok kalori veren besin öğeleridir. Ancak yağların sağlığımız için çeşitli faydaları vardır.

Pilav önemli bir besin maddesi 
* Pilav veya makarna tahıl grubu besinlerdendir. Tahıl grubu besinler, bitkisel protein, vitaminler, mineraller, karbonhidratlar ve diğer besin öğelerini içermeleri açısından sağlık açısından önemli besinlerdir. Bu ürünler, beslenmede enerji kaynağı olarak kullanılırlar. Bu nedenle aşırı tüketilmeleri şişmanlamaya neden olabilir.


Hangi Hastalığa Hangi Meyve Suyu

Hangi Hastalığa Hangi Meyve Suyu?


İngiliz beslenme uzmanı Peta Bee, vitamin deposu meyve sularını hastalıklara göre kategorilere ayırdı.
Nar SuyuNarın içinde bulunan kimyasallar hücrelerin iyileşmesini hızlandırarak kanserli hücreleri öldürüyor. California Üniversitesi’nin bir incelemesine göre nar suyu içen prostat kanseri hastalarının rahatsızlıkları yavaşladı.
Greyfurt Suyu
Metabolizmaya etki ederek yağların daha hızlı erimesini sağlayan greyfurt suyu kilo vermek isteyenler için birebir. Greyfurt ayrıca hücreler için gerekli coQ10 maddesinin de emilmesine katkıda bulunur.
Kızılcık Suyu
Amerika Kimyasal Derneği tarafından yapılan bir araştırma kızılcık suyunun koli basiliyi engellediğini ortaya çıkardı. Antioksidan oranı yüksek olduğu için iyi kolestrol oranını düşürür, diş çürüklerine karşı savaşır.
Elma Suyu
Elmanın içinde bulunan asetilkolin maddesi hafıza ve beyin sağlığına olumlu etki eder. Günde 2 bardak (500ml) elma suyu içmek hafızayı güçlendirir.
Vişne Suyu
Northumbria Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma haftanın beş günü, günde 2 kere vişne suyu içen sporcuların eklem ve kas ağrısının azaldığını ortaya çıkardı. Vişnenin antioksidan oranının yüksek olması bu etkinin nedeni olarak gösterildi.
Portakal Suyu
Hesperidin isimli antioksidan barındıran portakal suyu damarları genişleterek kan dolaşımını hızlandırır ve kalp hastalıkları riskini azaltır. ABD’de yapılan bir araştırma her gün 500 ml portakal suyu içen erkeklerin tansiyonunu daha düşük olduğunu belirledi.
Ananas Suyu
Ananasın içinde bulunan bromelain enzimi vücudun proteinleri sindirmesine yardım eder. Aç karnına içildiği zaman enfeksiyonlarla savaşır. Eklem yanması ve ağrıları dindirir. Öksürük ve soğuk algınlığına karşı iyi geliyor.
Mor Üzüm Suyu
Amerika’daki Cincinatti Üniversitesi’nin yaptığı araştırmada düzenli olarak mor üzüm suyu içenlerin daha iyi bir hafızaya sahip olduğu ortaya çıktı. Uzmanlar üzümdeki antioksidanların beyin sağlığına etki ettiğini öne sürüyor. Mor üzüm suyu ayrıca kolestrolü azaltır.
Hindistan Cevizi Suyu
Ağır idman ve spor sonrasında hindistan cevizi suyu içmek yorgunluğa iyi geliyor. Meyvede bulunan su sadece 46 kaloriyle (bir bardak) karbonhidrat tuzlu su ve enerji veriyor. Tansiyonu, şekeri ve kolestrolü azaltır.
Domates Suyu
Domatese kırmızı rengini veren likopen çok önemli bir antioksidan. Likopen cildi güneş ışığına karşı korur. Cilt kanserine yakalanma riskini de azaltarak güneş yanıklarına karşı yüzde 33 korur.


Bebek sahibi olmak artık hayal değil

Bebek sahibi olmak artık hayal değil

Kısırlık nedeniyle doktora başvuran çiftlerde saptanan problemin %25-40’ı erkek faktöründen kaynaklanmaktadır.
Kısırlık (infertilite), 1 yıl süreyle hiçbir korunma yöntemi kullanılmaksızın cinsel ilişkide bulunulduğu halde hamile kalamamak anlamına gelir. BSK Eskişehir Anadolu Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Emine Elmas Etiz, kısırlığın tedavisinin mümkün olduğunu belirterek, nedenleri ile ilgili bilgiler verdi.
Kısırlığın sadece kadından değil, erkekten de kaynaklanan bir problem olmasından dolayı doktor randevusuna giderken, erkeğin de bulunması hekimin tedavisine büyük yarar sağlamaktadır.
Kısırlığın başlıca sebepleri aşağıda sıralanmıştır:
1-Erkekten kaynaklanan sebepler,
2-Yumurtlama bozuklukları,
3-Tüplerdeki zedelenme, tıkanma, yapışıklıklar
4-Rahimden kaynaklanan sebepler
5-Servikal mukus-sperm ilişkisinde bozukluklar
Kısırlık nedeniyle doktora başvuran çiftlerde saptanan problemin %25-40’ı erkek faktöründen kaynaklanmaktadır. Erkeklerdeki kısırlık nedeni de sperm sayısının azlığı, yokluğu, şekil ve hareket bozukluğu gibi anormallikler olabilir. Hiç sperm bulunmaması durumu, testislerden kaynaklanabilir veya kanallarda bir tıkanıklık nedeniyle meydana gelebilir. Sperm sayısının normalden az olması halinin nedenleri arasında, testislerdeki rahatsızlıklar, hormon bozuklukları ve enfeksiyonlar sayılabilir. Erkek kısırlığının önemli bir nedeni, testisi çevreleyen damarların genişlemesinden kaynaklanır. Testisin sıcaklık derecesi artar, bu durum sperm yapısını bozar ve cerrahi olarak düzeltilmesi gerekir.
Cinsel yoldan bulaşan enfeksiyonlar sperm kanallarını tıkayabilir, spermlere hasar vererek dölleme yeteneğini bozabilir veya spermleri öldürebilir. Kabakulak gibi ateşli hastalıklar testisin enfeksiyonuna sebep olabilir, bunun sonucunda testiste sperm üretimi bozulabilir. Bazı erkeklerde ise sperm üretimi tamamen normal olduğu halde yapısal bozukluktan kaynaklanan bir sebeple spermler, idrar torbasına boşalır. Bazen kısırlık sebebi tamamen cinsel problemlerden de kaynaklanabilir.
Kadınlarda kısırlık sebeplerinin %30-40’ı yumurtlama bozukluklarından kaynaklanır. Tanısı kolaydır ve tedaviye iyi yanıt verir. Kadın vücudunda her iki tarafta yer alan yumurtalıklar her adet döneminde döllenmeye hazır bir olgun yumurta oluşturur. Bu yumurta gelişimini tamamladığında çatlar, spermle birleştiğinde gebelik gerçekleşir. Eğer yumurtlama olmazsa gebelik gerçekleşemez. Yumurtlamanın olmaması veya yumurtlamanın seyrek olması hallerinde yapılan hormon tetkikleri ve ultrasonografi tanıya yardımcı olur. Bazı hormonal nedenlerden dolayı adet düzeni bozulabilir ve yumurtlama da bu durumdan etkilenir.
Kadın kısırlığının diğer %30-40 sebebi de, yumurtaları rahimle birleştiren kanallardan kaynaklanan sebepler olabilir. Bu kanallardaki tıkanıklıklar, yapışıklıklar veya bu tüplerin oluşumundaki anormallikler yumurtanın geçiş yolunu tıkayabilir ya da yumurtaların tüplere geçişi engellenebilir ve böylece kısırlığa yol açabilir.
Bazen yumurtlama normal şekilde gerçekleşir ve yumurta fallop tüplerinden başarıyla geçer. Ancak rahim içi kusurlar, şekil bozuklukları, polip dediğimiz rahim içi çıkıntılar, myomlar, rahim ağzındaki kusurlar, oluşmuş gebeliğin rahim içine yerleşmesini ve büyümesini engeller. Bu durumda da hasta düşük şeklinde bebeğini kaybeder. Bunların cerrahi olarak düzeltilmesi gereklidir.
Bazı kadınlar ise sperme alerjiktir ve salgılanan mukus denilen akıntıda spermleri öldüren antikorlar bulunur.
Tedavide; öncelikle kısırlığa neden olan durum araştırılıp tedavi edilmelidir. Bu sebeple medikal (ilaç, hormon) veya cerrahi (ameliyat) tedavi gerekebilir. Tüm sebepler araştırılıp ilk basamak tedavileri yapıldıktan sonra doktorunuzun önerisine göre aşılama veya en son çare olarak tüp bebek gibi yardımcı üreme teknikleri uygulanabilir.


Suda doğum hakkında merak edilenler

Suda doğum hakkında merak edilenler…

Hidroterapi yani su ile tedavi uzun yıllardır kas gevşetici ve rahatlatıcı etkileri nedeni ile kullanılan bir alternatif tedavi yaklaşımıdır. Bu etkinin normal doğumlarda da kullanılabileceği,..
Hidroterapi yani su ile tedavi uzun yıllardır kas gevşetici ve rahatlatıcı etkileri nedeni ile kullanılan bir alternatif tedavi yaklaşımıdır. Bu etkinin normal doğumlarda da kullanılabileceği fikri de oldukça eskilere dayanır.
İlk su altı doğumu 1803 yılında Fransa’da yaşanmıştır. Ancak bu planlı bir doğum değildir. Uzun süre doğum eyleminde kalan ve biraz rahatlamak için sıcak su dolu bir küvete giren bir kadının doğumu bu esnada gerçekleşmiş ve bu tesadüf sonucu suda doğum yapan ilk kadın olarak tarihe geçmiştir.
1960′lı yıllara kadar suda doğum ile ilgili herhangi bir gelişme yaşanmazken bu tarihlerde ilk kez eski Sovyetler Birliği’nde Igor Charkovshy bu konuda denemelere başlamıştır. Onu 1978-1985 yılları arasında Fransa’da yaşayan Dr. Michel Odent izlemiş ve su altında pekçok doğumun gerçekleşmesine yardımcı olmuştur.
Suda doğum uygulamaları daha sonraları bir ara güncellik kazansa da belirli bölgeler dışında hiçbir zaman popülarite kazanamamıştır. Günümüzde eski Sovyet Cumhuriyetleri, İngiltere ve Fransa’nın bir kısmı ile Amerika Birleşik Devletlerinde sınırlı sayıda klinikte uygulanmaktadır.
Suda doğum yaptıran ve bu uygulamayı savunan kişiler ılık suyun sakinleştirici ve ağrı giderici etkileri olduğunu ve bu etkinin kadının kendisini rahat hissetmesine ve doğumun daha kolay geçmesine yardımcı olduğunu ileri sürerler. Bu görüşler dışında suda doğumun su dışında doğuma üstün olduğunu gösteren hiçbir bilimsel veri yoktur.
Konuyla ilgili yapılan ve normal doğum ile suda doğumu karşılaştıran bir araştırmada yarar ya da istenmeyen etki açısından her iki doğum şeklinin birbirine karşı avantaj ya da dezavantajının olmadığını göstermiştir.
1994-1996 yılları arasında İngiltere’de gerçekleşen doğumların sadece %0.6′sı suda olmuş ve bu doğumların da %9′u evde gerçekleşmiştir. Bu doğumlarda bebek ölüm oranı binde 1.2′dir ve normal suda olmayan doğumdan çok farklı değildir.
Suda doğum tüm dünyada yaygınlık kazanmadığından konu ile ilgili bilimsel araştrıma ve makaleler de son derece sınırlı sayıdadır ve bunların büyük bir kısmı ebelik ile ilgili dergilerde yer almaktadır. Suda doğum klinikleri de genelde ebelerin görev yaptığı merkezler şeklindedir. Karşılaştırmalı inceleme yapılan araştırma sayısı ise yine çok kısıtlıdır ve eldeki veriler fikir birliğine varmak için yeterli değilidir. Konuyla ilgili çelişkili bilgiler mevcuttur.
Bazı çalışmalarda suda doğum sırasında annede daha fazla sayıda ve daha ciddi doğum kanalı yırtıkları ortaya çıktığı ileri sürülürken bunun tam tersini bildiren çalışmalar da vardır. Benzer şekilde suda doğum ile normal doğum karşılaştırıldığında doğum eyleminin süresi, ağrı kesici gereksinimi gibi ölçütler açısından da birbiri ile çelişen bilgiler, yapılan az sayıdaki araştırmalardan elde edilmiştir.
Suda doğumu savunanların hipotezi ılık suyun kasları gevşeteceği ve zihinsel rahatlık sağlayacağı ve bu sayede plasentaya giden kan akımının artarak daha az ağrılı ve daha kısa bir doğum süreci yaşanacağıdır. Ancak burada suyun sıcaklığı önem kazanmaktadır.Su için ideal sıcaklık 37 derecedir. Suyun daha sıcak olması durumunda anne adayının kan dolaşımında değişim olabilir ve ani tansiyon düşüklüğü ile plasentaya giden kan akımlarında azalmalar yaşanabilir bu da hem anne adayını hem de bebeği gereksiz risk altına sokabilir. Ayrıca suda uzun süre kalınması durumunda anne adayında terlemeye bağlı sıvı kaybı görülebilir.
Öte yandan doğum eylemi sırasında anne adayı su içindeyken bebeği kardiyotokograf ile monitörize etmek oldukça güçtür. Bunun için özel monitör cihazları gereklidir. Doğum eylemi monitörüze edilmediğinde bebeğin kalp seslerinde yaşanabilecek düşmeler fark edilemeyeceğinden oksijensiz kalması riski söz konusu olabilir.
Suda doğumla ilgili bir başka risk de enfeksiyon olasılığındaki artıştır. Doğum eylemi sırasında suya karışan kan ve dışkı hem anne hem de bebek için risk yaratır. Her ne kadar sudaki anneye ait dışkı su dışına alınsa da su hiçbir zaman temiz olmamaktadır.
Suda doğum sırasında karşılaşılan ve önceden kestirilemeyen bir başka risk de kordon kopmasıdır. Özellikle bebeğin göbek kordonunun kısa olması durumunda aniden su yüzüne çıkan bebeğin kordonu kopabilir ve bebek kan kaybedebilir.
Doğumun yapılacağı havuzun fazla derin tutulmaması ya da bebeğin tamamen doğana kadar yukarı çekilmemesi bu riski azaltabilir.
Solunum açısından bakıldığında ise suda doğum bebeğin boğulma ya da su yutma riskini artırmaz.
Görüldüğü üzere suda doğum normal doğuma herhangi bir üstünlük sağlamamaktadır. Kaldı ki evrim süreci içerisinde suda yaşayan pekçok canlı üremek için karaya gelmeyi tercih etmekte, karada yaşayan hiçbir canlı ise bu amaçla suya gitmemektedir. .
Ülkemizde suda doğum ile ilgili tecrübesi olan hekim sayısı çok azdır.
 
Dünyada yaygın uygulama alanı bulamamış bu yöntemin ülkemiz de de popülerlik kazanmasını uzak bir olasılık olarak görmekteyim. Ayrıca sağlık mevzuatında konu ile ilgili herhangi bir düzenleme bulunmaması nedeni ile görülebilecek olumsuzluklar karşısında yasal prosedürün de bilinmemesi nedeni ile pekçok jinekolog bu doğum şeklini uygulamaya yanaşmayacaktır. 
Mother&Baby


Gebelik şansını artıran yöntem

Gebelik şansını artıran yöntem

Yardımcı üreme tedavilerinde uygulanan embriyo dondurmada son teknoloji ”Vitrifikasyon (camlaştırma)” yöntemi ile dondurulan,..
Yardımcı üreme tedavilerinde uygulanan embriyo dondurmada son teknoloji ”Vitrifikasyon (camlaştırma)” yöntemi ile dondurulan embriyoların canlı kalma oranı, yüzde 25′ten yüzde 95′lere çıkıyor. Bu da anne adayının, dondurma işlemi sonrasında uygulanan tedavi ile gebe kalma şansını klasik yönteme göre artırıyor.
Uzmanlar, klasik uygulamada embriyoların yavaş soğutulduğu için, işlem sürecinde buz kristallerinin oluştuğunu ve kristallerin de embriyonun canlılığını kaybetmesine yol açabildiğini belirtirken, Vitrifikasyon yöntemi ile emriyonun travmaya maruz kalmadığını, düşük hikayesi bulunan anne adaylarının embriyolarına uygulanmak zorunda olan biyopsi sonrasında da dondurma işleminin yapılarak gebelik elde edilebildiğini belirtiyor.
Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Operatör Dr. Osman Denizhan Özgün, AA muhabirine yaptığı açıklamada, yardımcı üreme teknikleri tedavisi sürecinde yeterli sayı ve kalitede embriyo elde edilmesi halinde, uygulamaya katılan çiftin rızası alınarak sağlıklı embriyoların birkaçının ilerleyen dönemde kullanılmak üzere dondurularak saklanması işleminin ”yumurta dondurma” olarak tanımlandığını söyledi.
Yumurtaların dondurulmasıyla, ilk uygulamada gebelik gerçekleşmediğinde, tekrar ilaç tedavisi gerektiren yumurtlama süreci atlanarak, embriyo transferi yapılabildiğini belirten Özgün, özellikle kanser tedavisi gören ya da 35 yaş üstünde gebelik planlamalarında yumurta dondurma işleminin uyguladığını anlattı. Özgün, yumurta dondurulmasının iyi donanımlı merkezlerde yapıldığında gebelik şansının yüksek olduğunu ifade ederek, emriyo kalitesinin bozulmaması için yumurta dondurma ve çözdürme işlemlerinde dikkatli olunması gerektiğine dikkati çekti.
Tüp bebek tedavilerinde embriyoların saklanması ile ilgili metotlar hakkında 1980′li yıllardan itibaren çalışmalar yapıldığını dile getiren Özgün, klasik dondurma yöntemlerinin tüp bebek merkezlerinin büyük çoğunluğu tarafından kullanıldığını söyledi. Özgün, klasik uygulamada embriyoların yavaş soğutulduğunu belirterek, ”Embriyoların yavaş soğutulması esnasında buz kristalleri oluşuyor, kristaller ise embriyoya zarar verebiliyor ve embriyo canlılığını kaybedebiliyor” diye konuştu.
Emriyo dondurma alanında yurt dışında yapılan çalışmalarda yeni gelişmeler elde edildiğini anlatan Özgün, şunları kaydetti:
”Artık yumurta dondurmada ‘Vitrifikasyon yani camlaştırma’ adı verilen yeni teknik uygulanıyor. Bu yeni yöntem ile embriyolar, klasik yönteme göre 600 ila bin kat hızlı soğutuluyor. Böylece, buz kristali oluşumuna zaman tanınmıyor. Camlaştırma esnasında embriyo travmaya maruz kalmıyor, çözme sonrası canlı olarak elde ediliyor.
Klasik yöntemde dondurulan embriyoların, yaklaşık dörtte biri çözme sonrası canlılıklarını kaybediyor, sağ kalanların sağladığı gebelik oranları ise yarı yarıya azalıyor. Camlaştırma ile dondurulan embriyoların hayatta kalma oranları ise yüzde 95. Bu oran, taze embriyolarla gebe kalma şansı ile aynı.”
-”BİYOPSİ YAPILAN EMBRİYOLAR DA SAKLANABİLİYOR”-
Dr. Enver Kerem Dirican da ”Camlaştırma” yönteminin Türkiye’de uygulanmaya başlandığını belirterek, şunlara söyledi:
”Önceden üçüncü ve beşinci gün embriyolarının klasik yöntemle dondurulmaları çok başarılı değildi. Bu ise laboratuvarda embriyo gelişimini gözleyip, gelişimi sağlıklı olan embriyoların belirlenerek dondurulmasını zorlaştırıyordu.
Camlaştırma sayesinde artık embriyoları sadece erken aşamada, yani zigot aşamasında dondurmak zorunda değiliz. Gelişimi görerek ve sağlıklı olanları transfer ederek, kalanları başarılı bir şekilde dondurup çözebiliyoruz.”
Camlaştırma ile dondurma yöntemi ile biyopsi yapılan yani kromozomları incelenen embriyoların dondurularak saklanmasının da mümkün olduğunu ifade eden Dirican, klasik yöntemde bunun mümkün olmadığını vurguladı.
Dirican, 35 yaşın üzerinde olan ve önceden başarısız kısırlık tedavileri bulunan anne adaylarının embriyolarının kromozomlarının incelenmesi gerektiğine dikkati çekerek, bunun genetik tarama ile yapılabildiğini söyledi.
Tedavi alsın almasın, düşükleri bulunan anne adaylarının embriyolarının kromozomları açısından değerlendirilmesi gerektiğini ifade eden Dirican, ”Kromozomların incelenmesi için embriyo içerisinden bir hücrenin biyopsi ile dışarı çıkartılması gerekiyor. Eski yöntemle bu işleme giren embriyolar, dondurularak saklanamıyordu. Camlaştırma ile artık biyopsi yapılan embriyolar, sağlıklı bir şekilde dondurularak saklanabiliyor” diye konuştu


Saçlarınız sürekli dolaşıyor mu

Saçlarınız sürekli dolaşıyor mu?

Kullandığınız saç fırçası kıldan ya da ahşaptan olmalı. Bunu önlemek için saçınızı yumuşak bir şekilde yıkayın. Tarama aşamasında ise fırçaya bir miktar..
Kullandığınız saç fırçası kıldan ya da ahşaptan olmalı. Bunu önlemek için saçınızı yumuşak bir şekilde yıkayın. Tarama aşamasında ise fırçaya bir miktar saç kremi sürün. Krem, saçın elektriklenip kabarmasını önler.
SAÇIM HİÇ FÖN TUTMUYOR
Gerçekten de bazı saçlarda uzun fönlerden sonra bile model hemen kayboluyor. Çok ince telli ya da çok kalın telli olanlarda böyle bir sorun olabilir. Cosmotürk’ün haberine göre, eğer saç teliniz çok inceyse hacim katan şampuanlardan kullanın. Ayrıca yıkamada saç kremini ya hiç kullanmayın ya da çok az kullanın.
Kalın telli saçlar da şekle girmekte zorlanırlar. Şampuandan sonra durulama gerektirmeyen saç kremleriyle bakım uygulayın. Fön çektirmeden önce saçınızı bir miktar köpükleyin.
SAÇLARIM ÇOK UZUN, HİÇBİR ŞEKLE GİRMİYOR
Uzun saçlara şekil vermek zordur. Biraz daha hacimli ve dalgalı görünmesini istiyorsanız saçlarınızı yıkayıp nemini aldıktan sonra bolca köpük sürün. Ardından kalın bigudilerle saçınızı sarın. Yarım saat beklettikten sonra bigudileri açın ve parmaklarınızla şekil verin.
SAÇLARIM ÇOK CANSIZ VE DÖKÜLÜYOR
Saçların cansız olmasının en büyük nedeni yetersiz kan dolaşımı. Bu, aynı zamanda saçların dökülmesine de yol açıyor. Kan dolaşımını artırmak için günde iki kere saç derinize parmaklarınızla masaj yapın. Faydasını göreceksiniz.
SAÇLARIM PARLAMIYOR
Saçlarınız birkaç ayda bir, ekstra bakım yapmalısınız. Çeşitli kozmetik firmalarının yoğun bakım maskelerini kullanabilirsiniz. Saç tipinize en uygun olanını kuaförünüze danışın. Ancak yoğun bakımı yaparken dikkat etmeniz gereken noktalar var. Mesela asla bakımı saçlarınızı yıkadıktan sonra yapmayın. Çünkü fazla bakım kremi saçları daha da matlaştırıyor.
SAÇLARIM KIRILDI
Mutlaka bir- iki santim kestirmelisiniz. Bunun dışında özel saç bakım kremleri kırık uçları tamir eder. Saçlarınızın kırılmasını önlemek için çok sıcak kurutmamalı. Ve havluyla nemini alırken dikkatli olmalısınız. Ayrıca saç tokaları da saçları kırıyor.
SAÇIMIN BOYASI HEMEN AKIYOR
Kına, boya, ya da geçici boya, mutlaka her yıkamada biraz kan kaybediyor. Bunu engellemek için son durulama suyuna bir miktar sirke karıştırın. Ekşi, boyanın akmasını engelliyor.


İncecik bir bel için

İncecik bir bel için


Gece için hoş bir yere davetlisiniz ve ne giyeceğinize bir türlü karar veremiyorsunuz. Giydiğiniz hiçbir kıyafeti kendinize yakıştıramıyorsunuz. Ahh, şu göbeğiniz olmasa…
Karındaki alfa yağ hücrelerini; tahıl ürünleri, meyve, sebze, gibi lifli besinler tüketerek eritebilirsiniz. Sindirim sisteminin düzenli olarak çalışmasına özen gösterin ve günde en az 2 litre su için. Tahıl ürünlerinin şekerle veya turunçgillerle karıştırılması gaz şikayetlerine neden olabiliyor. Dolayısıyla bu besinleri aynı anda tüketmemelisiniz. Gaz şikayetlerini gidermek için papaya ya da ananas yiyebilirsiniz. Rafine edilmiş karbonhidratlardan ve baklagillerden, uzak durun. Cosmotürk’ün haberine göre, çiğ sebzeleri küçük küçük doğrayarak ya da rendeleyerek yiyin. Sabahları uyanır uyanmaz bir bardak bitki ya da meyve çayı için. Çay, gün içinde yenilen yiyeceklerin daha hızlı ve daha kolay yakılmasını sağlıyor. Bu da karnın düzleşmesi için en önemli etken. Turunçgiller, sindirim sisteminin işlevini güçlendiriyor. Bu nedenle her gün öğleden önce ya da sonra portakal, greyfurt veya mandalina yiyin. İsterseniz taze sıkılmış meyve suyunu tercih edebilirsiniz. Ancak tercih ettiğiniz meyve suyuna birkaç damla limon suyu ekleneyi unutmayın…
Size yemeğinizi acele etmeden yemenizi hatırlatıyoruz. Hızlı yemek yemeniz daha fazla hava yutmanıza yol açar. Tabii bu havanın da dışarı çıkması sizi gereksiz bir sıkıntıya sokar. Yemeklerden sonra biraz adım atın. Çünkü hareketler yoluyla, gazlar bağırsakta ağrıya yol açmayacak ve birikmeyecek şekilde vücuda dağılır. Olgun çiğ meyveler yiyebilirsiniz ama fırında patates, komposta veya haşlanmış meyveler sindirim sisteminiz için çok daha sağlıklıdır.
Egzersiz
Göbeğinizin olup olmaması sizin disiplininize ve metabolizmanıza bağlı. Karın ve göbek vücudun en kolay kilo alan bölgeleri arasında yer alıyor. Çünkü buradaki kas sistemi, diğerlerine oranla daha az çalışıyor. Her gün düzenli olarak egzersiz yaparsanız, bu sorunun en kısa sürede üstesinden gelirsiniz. Eğer egzersiz yapacak vaktiniz yoksa size karnınızı titretmenizi öneriyoruz. Bu haeketi dişlerinizi fırçalrken, yazı yazarken , yemek yaparken, televizyon izlerken ya da yatarken rahatlıkla yapabiliyorsunuz.
EGZERSİZLER
1. Sırtüstü yatın. Dizlerinizi birleştirip sağ tarafa çevirin. Ellerinizle başınızı destekleyip, yukarıya bakın. Vücudunuzun üst bölgesini yavaşça yukarıya kaldırıp indirin. 10 kez tekrarlayıp diğer tarafınıza dönün.
2. Sırtüstü yatıp bacaklarınızı havaya kaldırın ve iyice açın. Sonra kollarınızı uzatıp, ellerinizle baldırlarınızı kavrayın. Vücudunuzun üst bölgesini yukarıya kaldırıp indirin. Egzersizi 10 kez tekrarlayın.


Kadınların gözüyle estetikte ilk on

Kadınların gözüyle estetikte ilk on

Kadınların estetik yaptırma tutkusu plastik cerrahide her gün başka bir yeniliğin çıkmasına neden oluyor.
Teknikler gelişirken kadınların istekleri de aynı doğrultuda ilerliyor. Birçok kadın televizyonda izlediği ünlü kişilerle kendini kıyaslayarak eksik gördüğü yerler için estetik operasyonlara yöneliyor…
Güzelleşmek isteyen ve estetik operasyonları yakından takip eden kadınlar; göğüs, burun ve göz çevresi estetiklerinde minimal girişimleri tercih ediyor. Estetik ve Plastik Cerrah Prof. Dr. Erol Kışlaoğlu; estetiğin top 10 bölgesini ve bu bölgeler için en etkili estetik uygulamaları açıkladı:


Adan Zye kanser

A’dan Z’ye kanser!

Kanser nedir, nasıl oluşur, çevresel mi kalıtsal faktörler mi tetikleyicidir… İşte tüm sorular ve cevapları…
Kanser nedir, nasıl oluşur, çevresel mi kalıtsal faktörler mi tetikleyicidir, günlük yaşamdaki hangi yanlışlar kansere ortam hazırlar, neden öldürücüdür, kemoterapi-radyoterapi iyileştirir mi, kanserde erken teşhis olur mu, mamografi ne zaman çektirmek gerek, prostat kanserini gösteren test var mı, kanserden korunmak mümkün mü, neden artıyor, şekeri sever mi ve kamuoyunda sıkça adı duyulan Kırmızı Reishi Mantarı’nın hangi özelliği kanseri yenmeye yardımcı oluyor? Tüm bu soruları yaptığı açıklamalarla tabuları yıkan İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk ve sizler için A’dan Z’ye Kanser Dosyası’nı hazırladık…
Her geçen gün artan kanser tür ve vakaları, yaş sınırının gittikçe gençleşmesi bu hastalığı hepimiz için korkulu bir rüya haline getirdi. Peki nedir bu illet, bu illetten kurtulmak, korunmak mümkün mü, çaresi var mı? Tüm bu soruları İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Aydın’a sorduk… Ve Prof. Dr. Ahmet Aydın’ın açıklamalarıyla sizler için A’dan Z’ye bir kanser dosyası hazırladık…
Hayatımızı sürdürebilmemiz için hücrelerimizin sürekli yenilenmesi yani bölünüp çoğalması gerekir. Yaşam süresini dolduran hücreler vücuttan atılır, yenileri oluşur. Bu denge genlerimizin kontrolü altındadır. Bazı genler hücrelerin bölünüp çoğalmasını sağlarken bazıları da aşırı hücre üremesini dizginler.
*Kanser Nasıl Oluşur?
Çocukluk çağı dışında yaşlanan hücrelerle yeni yapılanlar hemen hemen birbirine eşittir. Yani mekanizma açısından bakarsak kanser, aşırı hücre üremesinin dizginlenememesine, yani yıkımdan çok yapım olmasına verilen addır.
Beslenme, hava kirliliği, radyasyon, sigara, çevre kirliliği, gıda katkı maddeleri ve çeşitli toksinlerin yaptığı hasar gen fonksiyonlarını bozduğu (mütasyon)için hücreler aşırı şekilde ürer. Hücrelerin aşırı şekilde üremesini dizginleyen genler ise aktiviteleri azaldığı ya da bu aşırılıklarla baş edemediği için kanser oluşur.
Yiyeceklerimiz ya da diğer çevresel faktörlerde bulunan kanser ajanları DNA’larımıza bağlanarak hasara uğratır. Hasar kritik düzeye ulaşınca da normal hücreler kanserli hücreler haline dönüşür. Sağlıklı bir insan vücudunda bulunan DNA onarım enzimleri ve diğer gen koruyucu mekanizmaları 24 saat içinde hasarın yüzde 90’ını temizler. Her insan hücresinde günde yaklaşık 10 bin mütasyon olur. Eğer DNA onarım enzimleri yoksa ya da yetersiz çalışıyorlarsa bu mütasyonlar hızla kansere yol açar.
*Hücrelerin DNA onarım kapasiteleri sınırlıdır; sonsuz değildir. Bu nedenle gen koruyucu mekanizmalar son derece önemlidir. Genlerin korunmasındaki en önemli faktör ise onları besleyen besin maddeleri ve vitaminlerdir.
*Kanserdeki hızlı artışın sebebi kalıtsal mı, çevresel faktörler mi?
Kanser tüm dünyada en çok ölüme neden olan ikinci hastalık grubu (ilki kalp-damar hastalıkları). ABD’de 1900 yılında yüzde 3 olan kanserden ölüm oranı, 2000’de yüzde 24’e çıkmış. Yani ABD’de yüzyılda kanserden ölüm oranı 8 kat artmış. Bazı uzmanlar kanserdeki artışı yaşam süresinin uzamasına bağlasa da bu yanlış bir inanıştır. Çünkü aynı zaman içinde 65 yaşın üzerindekilerin total nüfusa oranı yüzde 4’ten yüzde 12’ye çıkmış. Yani üç kat artmış; sekize karşı üç kat. Demek ki kanserin artmasının temel nedeni yaşlı nüfusun artışı değil. Kanserin gelişimdeki hızlı artışta kalıtsal faktörlerin rolü de fazla değil. Kanser coğrafyaya göre de değişiyor. Tıbbi imkânların son derece az olduğu gelişmekte olan ülkelerde çok az kanser var. Fakat burada yaşayan insanların gelişmiş ülkelere göç ettikten bir iki yıl sonra kanser sıklığı artıyor. Bu durum kanserin, genetik nedenlerden çok çevresel nedenlere bağlı olduğunu ve bunun önlenebileceğini düşündürüyor. Çünkü akraba evliliklerinde aşırı bir artış olmadıkça genetik hastalıkların artması da mümkün değil.
*Kanser neden öldürücü?
Kanserlerin yaklaşık yüzde 80’inde neden bellidir. Vakaların yarısından fazlasını akciğer, kalın bağırsak, meme ve prostat kanserleri oluşturuyor. Akciğer kanseri beslenmeyle de ilgisi olmasına rağmen daha çok sigara tüketimi ile ilişkilidir. Kalın bağırsak, meme ve prostat kanserleri ise daha çok beslenmeye bağlıdır. AIDS, Ebstein-Barr virüsü (öpücük hastalığı) ve B hepatiti virüsü gibi enfeksiyonlar da başlıca kanser nedenleri arasında yer alır. Bu hastalıklar da sağlıklı beslenen insanlarda nadiren görülür. Bu arada önemli nedenler arasında radyasyon, elektromanyetik dalgalar, tarım ilaçları, gıda katkı maddeleri, GDO’lu yiyecekler, ağır metaller ve diğer kimyasal toksinler fiziksel ve kimyasal zararlılar başı çekmektedir.
*Kemoterapi ve radyoterapi tümörün büyümesini engelleyebilir mi?
Kemoterapi ve radyoterapi tümörün büyümesini azaltabilir ama her zaman tümörü yok edemez. Yok etse bile tümörün tekrarlama olasılığı vardır. Kemoterapi, radyoterapi ve cerrahiden oluşan klasik kanser tedavisinin etkinliği birçok organ tümöründe artık plato çizmeye başladı. Artık tedavi başarısında hissedilir bir artış olmuyor. Ayrıca standart tedavi sırasında akut bir toksisite oluşması da önemli bir risktir. Bu nedenle klasik tedavinin toksisitesini azaltacak ve tümör eritici etkisini artıracak araçlar kanser tedavisinin başarısını artırabilecektir. İşte makro besinler, vitaminler, mineraller ve flavonoidler bu araçların başında gelmektedir.
*Kanserde erken teşhis tedbirleri (mamografi, tümör belirteçleri vb) hakkında bilgi verir misiniz?
Her kanser için söz konusu olmasa da bazı kanserlerde erken teşhis için bazı tedbirlere başvuruluyor. 40 yaşına gelmiş bir kadının her yıl mamografi yaptırması önerilir. Ama bu kadar sık alınan radyasyonun da kansere davetiye çıkarttığını unutmamak lazım. En iyisi kadınların ayda en az bir kere kendi memelerini elle yoklamalarıdır. Tabii ki bir kitle ele geliyorsa o zaman mamografi mutlaka yapılmalıdır. Kalın bağırsak kanserleri için dışkılamadaki değişiklikler önemli. İshal, kabızlık, dışkıda kan görülürse kolonoskopi yapmak şarttır. Kolonoskopinin bir zararı da yoktur.
*Prostat kanserini gösteren bir test var mı?
Prostat kanserlerinin çok büyük bir bölümü (%99) ölüme yol açmıyor, hastayla beraber mezara kadar sesi sedası çıkmıyor. Buna gizli prostat kanseri denir. Hatta bunların çoğunda parmakla yapılan muayenede de bir kitle ele gelmez. Başka nedenlerle ölmüş erkeklerin otopsilerinde Prostat Spesifik Antijen (PSA) testi bu gizli kanseri gösterebilir. Fakat bu testi yaptırmanın handikapı da vardır. Yüzde 99 oranla size hiçbir zararı olmayacak bir hastalığı tespiti, sizi ve hekiminizi lüzumsuz yere telaşa sevk edebilir. Gereksiz ve hayatınızı tehlikeye atabilecek tedavilerin yapılmasına yol açabilir.
Aslında erken teşhis için harcadığımız emeğin yarısını erken korunmaya harcasak, kanseri azaltabiliriz.
Kanser oranları sizce neden artıyor?
Bence iki temel neden var; 1. Beslenmede yapılan hatalar, 2. Toksinler. Son yarım yüzyılda piyasaya 80.000 kimyasal maddenin girdiğini düşünürseniz sorunun büyüklüğünü anlayabilirsiniz.
Kanser neden en çok şekeri sever?
Son yıllarda beslenme düzenimizdeki en olumsuz değişim rafine şeker ve unlu gıdaların aşırı bir şekilde tüketilmesidir. Örneğin İngiltere’de 1815’te 5 kg civarında olan kişi başına yıllık çay şekeri tüketimi 1970’te 50kg’ın üzerine çıkmış. Daha sonraki yıllarda un ve şeker tüketimi çılgınca artmaya devam etmiş. Örneğin 1970-2000 yılları arasında ABD vatandaşlar önceki yıllara oranla yılda 100 litre daha fazla şekerli meşrubat tüketmişler. Unlu, şekerli gıdaları aşırı tüketmek birçok hastalığın temel nedenidir. Kanser de bunların başında geliyor!
Aşırı şeker tüketimi ile kanser arasındaki ilişki iki kez Nobel Tıp Ödülü alan (1931 ve 1944) Alman Otto Warburg tarafından ortaya koyuldu. Warburg kanser hücrelerinin sağlıklı hücrelerden farklı bir metabolizması olduğunu göstermiştir. Vücudun normal hücreleri, enerjileri için hem oksijenli (aerobik), hem de oksijensiz (anaerobik) metabolizma yollarını kullanırlarken kanser hücreleri sadece oksijensiz (anaerobik) metabolizma yolunu kullanabilir.
Vücut, kanseri beslemeye çalışırken sürekli kapasitesinin üstünde çalışır. Eğer sevdiği besini (yani şekeri) vermezseniz kanser açlıktan ölmeye başlar. Bu nedenle kanser hücreleri şekeri kuru bir süngerin suyu emmesi gibi emer. Kanser hücreleri sağlıklı hücrelere göre 3-5 kat daha fazla şeker kullanır.
Bildiğimiz gibi onkologlar bazı kanser metastazlarını (sıçrama) saptamak için PET taramaları yapar. Bunun için hastaya damardan radyoaktif bir madde ile işaretlenmiş glükoz verilir! Çünkü işaretlenmiş glükoz molekülünün öncelikle gideceği yer kanser dokusudur. Fakat onkologların çoğu nedense bu bilgiyi hastalarından gizler! Şeker kanser yapar’ diyen hekimlere de şarlatan gözü ile bakılır.
Şekerin tek zararı kanser dokusunu beslemesi değil. Aşırı un ve şeker tüketimi insülin direncine (metabolik sendrom) yani hiperinsülinizme yol açar. Hiperinsülinizm, insüline benzer büyüme faktörü (IGF-1) düzeyini artırır. Serbest IGF-1 hemen hemen bütün dokularda hücre üremesini kontrolsüz bir şekilde artırarak kansere neden olur. Normal tartılılarla kıyaslandığında vücut kitle endeksi 40’ın üzerinde olanlarda, yüzde 50-60 oranında daha fazla kanser görülmektedir. Sadece son 10 yılda Türkiye’deki şişmanlık iki kat arttı. Kanserdeki artıştan sorumlu olan faktörlerin başında da şişmanlık gelir.
Kanser tedavisinde C vitamininin yararı var mıdır?
Bilindiği gibi her kronik hastada C vitamini düzeyleri düşüktür. Fakat kanserli hastalarda bu oran çok daha düşüktür. Çünkü kanser hücreleri C vitaminini tıpkı bir vantuz gibi içlerine çeker ve vücudun zaten az olan C vitamini depolarını iyice tüketir. Peki kanser hücreleri C vitaminini severler mi? Aslında hayır. Ama onu glükoz zannederler. Çünkü C vitamininin molekül yapısı glükoza çok benzer. Bu nedenle kanser hücreleri C vitaminini glükoz zannederek içlerine çeker. Yani eğer kanda çok yüksek miktarda askorbik asit varsa kanserli dokuya geçen C vitamini miktarı da artar.
Son yıllarda birçok hastalığın destek tedavisinde kullanılan Kırmızı Reishi Mantarı’nın kanserdeki tedavi edici ve koruyucu özellikleri nelerdir?
Kırmızı Reishi Mantarı (G. Lucidum) çeşitli hastalıkların tedavisinde en çok kullanılan mantardır ve hastalıkların tedavisinde rol oyanayan birçok mekanizması vardır. Bu özellikleri büyük ölçüde polisakkaritlerden çok zengin olmasına bağlıdır. Mantarın yaklaşık %40’ı beta glukandır. Triterpenoidlerden de oldukça zengindir.
Kırmızı Reishi Mantarı aşağıdaki özellikleri nedeni ile birçok hastalığın tedavisinde etkilidir.
- Histamin salgısını azaltmak
- Karaciğer koruyucusu
- Tansiyonu düşürmek (ACE inhibisyonu)
- Kolesterol sentezini azaltmak
- İltihabı azaltmak
- Apoptozu sağlamak
- Antioksidan etki
- Antimikrobik etki
- Immün modülasyon
- Sakinleştirici etki
- Anti-kanser etki
Bu hastalıkların başında alerji, karaciğer hastalıkları, hipertansiyon romatoid artit ve en önemlisi kanserler gelmektedir. Kırmızı Reishi Mantarı’na ‘Ölümsüzlük Mantarı’ diyenler de vardır.
Kanserin yaygınlaşması ile birlikte insanlar doğal destek tedavilere ve de Kırmızı Reishi Mantarı’na yöneldi. Neden?
Kanser tedavisinde en çok kullanılan mantar Kırmızı Reishi Mantarı’dır. Kırmızı Reishi Mantarı’nın kansere karşı etkisi kanser hücrelerine karşı toksik olmasına, iltihap azaltıcı etkisine ve immün modülatör etkisine bağlanmaktadır. En çok etkili olduğu kanserlerin başında meme, prostat ve akciğer kanserleri gelmektedir.
Kemoterapi ve radyoterapi süresinde Kırmızı Reishi Mantarı kullanılabilir mi?
Kırmızı Reishi Mantarı’nın kanser tedavisine destekleyici olduğu, kemoterapinin yan etkilerini azalttığı yönünde bilimsel araştırma sonuçları var. Ben de bu görüşü paylaşıyorum ve hastalarıma öneriyorum.
Kanserden korunmak için nelere dikkat edelim? 
Günlük hayatımızda bazı tedbirler alırsak kanserlerin en az üçte ikisi önlenebilir:

• Un ve şekerden kaçınarak insülin direncini yenin.
• Hiçbir şekilde tatlandırıcı ve tatlandırıcı içeren ‘light’ hafif yiyecek ve içecek tüketmeyin.
• Katkı maddesi ilave edilmiş, paketlenmiş gıdaları yemeyin.
• Bol taze sebze ve meyve yiyin
• Yeterli omega-3 alın. Ayçiçeği, mısır, kanola, soya, pamuk ve margarin gibi yağları diyetinizden çıkartın. Bunların yerine zeytinyağı ve doğal hayvani yağları (tereyağı, kaymak, iç yağı ve kuyruk yağı) yiyin.
• Kefir, ekşiyebilen yoğurt, turşu, sirke, nar ekşisi ve boza gibi probiyotiklerden zengin gıdalarla beslenin. Bu gıdaların fabrikasyon değil, doğal yöntemlerle üretilmiş olmasına özen gösterin.
• Özgür dolaşan hayvanların etini ve yumurtasını yiyin.
• Pastörize sütlerden mümkün olduğunca kaçının. Kutu sütü tüketmeyin. Mümkünse mandıra sütü kullanın. Süt yerine süt ürünlerini (yoğurt, peynir) tercih edin.
• Günde iki diş sarımsak ve/veya 1 baş kuru soğan tüketin.
• Günde 1-2 tatlı kaşığı zerdeçal tozu tüketin.
• Yeşil ve siyah çay tüketin (şekersiz).
• Stresten uzak durun.
• İyi uyuyun.
• Çevresel toksin ve sigaradan uzak durun.
• D vitamini düzeylerinizi yükseltmek için dengeli bir şekilde güneşlenin ya da D vitamini takviyesi alın.
• Yeteri derecede egzersiz yapın.
• Aşırı alkol kullanmayın.
• İşlenmiş soya ürünü yemeyin.
• Yemekleri geleneksel yöntemler (buğulama, buharda pişirme) ile pişirin. Turbo fırınlar da kullanılabilir.
• Hızlı pişirme yöntemleri (mikrodalga gibi) besin kayıplarına yol açar; ayrıca kanserojen olabilirler.
• Daha çok toprak (güveç), cam ya da kalaylı bakır kapları tercih edin. Emaye ve çelik tencere daha sonraki tercihlerdir. Teflon ve alüminyumu ise kesinlikle kullanmayın. Yemeklerinizi ve içeceklerinizi plastik kaplarda muhafaza etmeyin


Kahve prostat kanseri riskini azaltıyor

Kahve prostat kanseri riskini ‘azaltıyor’

Amerika Birleşik Devletleri’nde yaklaşık 50 bin erkek üzerinde yapılan araştırmada kahve tüketiminin prostat kanseri riskini azalttığı sonucuna varıldı.
Araştırmaya göre günde 6 bardak kahve içen kişilerde herhangi bir tür prostat kanseri görülme oranı yüzde 20 daha düşük.
Kahve tüketimi prostat kanserinin daha ölümcül olan bazı türlerine yakalanma oranını ise yüzde 60 azaltıyor.
Prostat kanseri erkeklerde görülen en yaygın kanser türü.
Ancak bazı sağlık kuruluşları araştırma kuruluşları kahve tüketimi ile prostat kanseri görülme oranı arasındaki bir tür korelasyonu ortaya koysa da araştırma sonuçlarının henüz net olmadığını söylüyor.
Bu kuruluşlara göre erkeklerin prostat kanseri riskini azaltmak için kahve tüketimini artırmaları gerekli değil.
ABD’de 48 bin sağlık görevlisi erkek üzerinde 20 yıl boyunca yapılan araştırmada kişilere 4 yılda bir günlük kahve tüketimleri soruldu.
Bu süre içinde bu erkeklerin yaklaşık onda biri 5,035 erkek prostat kanserine yakalanırken bu hastalıktan dolayı 646 ölüm vakası görüldü.
Araştırmanın bir başka sonucu ise kahvenin kafeinli ya da kafeinsiz olarak tüketilmesinin bir fark yaratmadığı.
Buna göre, kafeinin prostat kanserinin gelişimi üzerine herhangi bir bilinen etkisi yok.