20 Şubat 2013 Çarşamba

Hayata Başlama Noktası

Başlama Noktası
Merhaba!

İlk yazıya başlamanın kolay olmayacağının farkındaydım. 

Aslında her şey yaklaşık 1 sene önce başladı. (hikayeli giriş...) Çevremdeki büyük çoğunluk gibi yaşıyorken Polonyalı bir çift, hayatımda sahip olabileceğim en büyük farkındalıklardan birini yaşamamı sağladı. O dönem sürdürdüğüm yaşam tarzımın, uzun vadede beni sağlık açısından pek de iyi yerlere götürmeyeceğini anlamış olmak ve bunu değiştirebileceğim bilgilerin varlığı bile beni heyecanlandırmaya yetmişti.

Daha sonra sürekli bir araştırma ve bilgi edinme dönemim başladı. Bu bilgiler ışığında eşim Seda ile beraber beslenme ve yaşam tarzı alışkanlıklarımızda değişikliklere gittik. Olay bizden, anne-babalara sıçradı. Hatta bazı noktalarda onlar bizden daha tutkulu hale geldiler. İlerleyen yazılarda özellikle annemin son 1 senedeki yolculuğunu -daha eskilere de göndermeler yaparak- anlatmayı planlıyorum.

Nasıl bir blog olmalı, içeriğe ne gibi şeyleri yazarım diye düşünüyordum kaç gündür. Planım beslenme, cilt sağlığı, duygusal sağlık, zihin sağlığı, egzersizler vb. aklıma gelen, kaliteli bir yaşama katkı sağlayabilecek her konuda yazmak. 

Sağlık denen kavramın "hasta olmama durumu" olarak algılandığı bir dünyada, biraz daha farklı bir bakış getirmeye çalışacağım. Faydalı şeyler ortaya çıkacaktır diye düşünüyorum, zamanla göreceğiz. :)

Bir fotoğraf paylaşmak iyi olabilir diye düşündüm.
Seda ve ben


Wellness Ne Ola Ki Demeyin

Wellness Ne Ola Ki?
İngilizce'de anlamı yok ki Türkçe'de olsun! Well + ness bir araya gelip bir kelime uydurmuşlar. Bir nevi iyi olma durumu gibi... O yüzden yazı içeriğinde direk kelime anlamı olmayan wellness kelimesini olduğu gibi kullanacağım.

2004 yılında Judd Allen adlı bir psikolog ki kendisi National Wellness Institute (Ulusal Wellness Enstitüsü) adlı bir kuruluşun üyesidir, kurumunun şöyle bir tanım yaptığını söylüyor:
Wellness, başarılı bir varoluş için farkındalık yaşama ve kararlar verme sürecidir. 

John Travis, ki birazdan enfes bir diagram paylaşacağım onunla ilgili, "wellness'ın bir seçim, yaşam biçimi olması (...)" gibi bir tanım yapıyor.

Çok tekniğe dalmadan bakarsak, bana göre wellness, çok kaliteli bir yaşama ulaşmak için bilinçli tercihler yapmamızdan, iyiye yönelik kararlar vermemizden ve bunları uygulamamızdan oluşuyor. 


Daha önceki yazımda benzer bir cümle yazmıştım, sağlıklı olmak demek hastalığın olmaması durumu anlamına gelmiyor. (tüh) Wellness denilen kavram yani tam potansiyele doğru gidiş aslında dinamik bir süreç. 

Bu John Travis'in uzuuuun yıllar önce yaratmış olduğu bir diagram. "Evet ya" dedirtmişti bana ilk gördüğümde... Basitçe açıklama yapayım.

Sol tarafa doğru erken ölüme gidiş var, sağ tarafa doğru ise yüksek seviyede wellness'a gidiş var. Tam ortada ise nötr noktası var. Nötr'ün soluna geçtiğinizde yani hasta olduğunuzda tedavi başlıyor, nötr noktasına gelince tedavi bitiyor

Erken ölüme giderken sola doğru önce belirtiler, sonra semptomlar, sonra iş göremezlik var. Tüm hastalıkların gidiş yolu bu şekilde zaten.
Yüksek seviye wellness'a giderken ise sağa doğru farkındalık, eğitim ve büyüme var. 
Hangi taraf kulağa daha hoş geliyor? :)

En önemli fark şu: Sağa doğru gidiş hasta olduğumuz durumlarda da söz konusu iken (wellness paradigm), tedavi aşaması (treatment paradigm) hastalığın olmaması durumunda bitiyor. 

Dolayısıyla benim farkındalığını sağladığım şey şuydu; biz hasta olup doktora gittiğimizde tıp biliminin işlevi bizi nötr'e taşımak. Bunda anormal karşılanacak bir durum yok zaten. Fakat nötr noktasına ulaşmanın ötesiyle alakalı ne yapabileceğimiz konusunda destek alınacak nokta orası değil. Bu durumda her şeyi doktorlardan ve tıp dünyasından mı beklemeli yoksa doğru bilgiye ulaşıp hastalıktan mümkün olduğunca uzaklaşabilmek adına merkezin sağına doğru bir yolculuğa mı başlamalı? 

Şahsen doktor doktor gezmek fikri bana hiç sıcak gelmiyor. Fakat hayatın bir gerçeği var ki; eğer farklı bir şeyler yapmazsanız, çoğunluk gibi yaşarsanız, çoğunluğun aldığı sonucu alırsınız. Bu size mantıklı geliyor mu bilemem ama hastaneler dolup taşıyor...

Okuduğum en çarpıcı şeylerden biri şuydu; insanın hasta olması normal bir durum değil. Yani biz, hasta olacak bir mekanizmaya sahip değiliz fakat o kadar dış etken ve kendimize yaptıklarımız var ki, sistem bir yerde çatlak veriyor. Çevremizdeki herkes de hastalık yaşadığı için normal olan oymuş gibi geliyor. Çoğunluğun tecrübe ettiği şey, bize normal olan, olması gereken gibi gelir...

Eğer bu noktalar size mantıklı geliyorsa, zaman içinde bu blogda kendiniz için çok şey bulacaksınız. Mantıksız geliyorsa da mantıklı hale getirebilecek şeyler bulacaksınız. Kendinizden umudu kesmeyin. :) Herkes için fayda var.


En Üst Potansiyele Ulaşma


Hoş bir şey buldum internette... Tam olarak sağlıklı olma durumunu üçgenin 3 kenarına benzetmişler; vücut, zihin ve ruh üçgeni yapmışlar. Bana mantıklı geldi.

Genel olarak açıklamalı bir yazı oldu. Uygulama noktalarıyla ilgili zaten yazılar yazacağım. Bir sonraki yazımda yüksek seviyede wellness kavramını 8'e bölerek inceleyeceğiz. İyice öğretmene bağladım yazının sonunu ama eğlenceli olacak. Ayrıca sizin şu anki hayatınızla ilgili kendinize harika bir harita çıkaracak bir araç da olacak. 

Görüşmek üzere.



Hayatınıza Bir Bakış Hayat Çemberi

Hayatınıza Bir Bakış: "Hayat Çemberi"
Merhaba,

Önceki yazımda, yüksek seviyede wellness ya da bizim tabirimizle harika bir hayata sahip olmak için gereken ögelerden bahsedeceğimi söylemiştim. Şimdi bu konuya el atma vaktidir. Yazıda paylaşacağım görüntüdeki aracı da nasıl kullanacağınızı anlatacağım. Hayatınıza bir göz atmanıza yarayacaktır. Yazının başlığı feleğin çemberi gibi oldu ama Türkçe'ye en uygun bu şekilde aktarabildim.

"The Wheel of Life" yani Hayat Çemberi 

Bu bir denge modeli. Hayatınız ne kadar iyi durumda ve ne kadar dengeli? Bu 2 parametre ön plana çıkacak. Bu aracın en önemli özelliği "bugün"ü temsil etmesi. Yani şu an ne durumdasınız? Hangi alanlara odaklanırsanız daha iyi bir hayatınız olabilir?

Fiziksel Çevre: Yaşadığınız çevre, eviniz, kullandığınız araba, iş yerindeki masanız... Kısacası çevrenizde olan her nesne fiziksel çevrenizi temsil edebilir. Fiziksel çevreniz yaşam kalitenize katkıda mı bulunuyor yoksa zorlayıcı bir faktör mü?
Kariyer: Misyon, vizyon, amaç gibi kelimeler akla gelebilir. İçinde bulunduğunuz kariyeriniz sizin için uygun mu? Ne kadar rahat hissediyorsunuz?
Para: Finansal durumunuzu gösteren kadran. Parasal anlamda kendinizi ne kadar iyi durumda ve güvende hissediyorsunuz? Para rahatlık mı stres mi yaratıyor?
Sağlık: Fiziksel anlamda nasıl hissediyorsunuz? Ağrıyan bir yerler, arasıra baş ağrıları, yorgunluk vb. durumlar var mı yoksa şikayetten muaf durumda mısınız?
Arkadaşlar ve Aile: Sosyal anlamda insanlar ile ilişkilerinizden duyduğunuz tatmin seviyesi. Ailenizle ne kadar zaman geçiriyorsunuz? Arkadaşlarınız pozitif ve sizi destekleyen kişiler mi? Çevrenizde tanıştığınız insanlar artış gösteriyor mu?
Duygusal Mutluluk: Aşk hayatı, romantizm gibi kelimelerle de tanımlayabiliriz. Sevdiğiniz ve sevildiğiniz biri var mı? Duygusal ve sevgi ihtiyaçlarınızı ne derece karşılayabiliyorsunuz?
Kişisel Gelişim: Kendi gelişiminize ne kadar vakit ve para ayırıyorsunuz? Gelişiminiz sizi ne kadar tatmin ediyor? Kişisel büyüme, ruhsal gelişim gibi alanları da kapsıyor bu kadran. 
Eğlence/Hobiler: Eğlence deyince sadece -o da güzeldir ama- "eller havaya" gelmesin... :) Ne kadar gülüyorsunuz? Eğlenmeye, oyuna ne kadar vakit ayırıyorsunuz? İçinizdeki çocuğun ortaya çıkmasına ne kadar izin veriyorsunuz?


Nasıl Kullanılıyor? Denge ve Tatmin Bir Arada...

8'e bölünmüş her bir alan için 1-10 (10 en yüksek) arası bir tatmin-doyum seviyesi var. Bu 8 alanla ilgili soruları yukarıda yazdım. Bunları kendinize sorup her kadran için bir seviyeyi seçebilirsiniz. Bu seçtiğiniz sayıları birleştirdiğinizde ise çemberin içinde bir başka şekil oluşacak. Bu şekil hem dengeyi hem de tatmin seviyesini temsil edecek. 2'si de eşit derecede önemli. 

Çizdiğiniz şekle baktığınızda; hayatınız ne kadar engebeli ya da dengeli görünüyor? Zira çıkan şekil ne kadar düzgünse o kadar denge var demektir. Fakat bu tek başına yeterli değil.

İçeride çizmiş olduğunuz şekil ne kadar büyük. Sadece 3'leri seçip oluşturacağınız şekil çok düzgün olur yani dengeli görünür ama yeterince mutlu bir hayatı temsil edebilir mi? Kesinlikle hayır çünkü gelişime oldukça yer var demektir.

Hayatınızın nasıl olmasını istiyorsunuz? İlgi göstermeniz gereken alanlar var mı?

Örnek bir görünüm şöyle:

Bütün bu soruları kendinize sorup, şekli oluşturduğunuzda hayatınızın şu anki durumunu ve hangi alanlara ilgi gösterirseniz daha iyi olabileceğinizi görme şansınız var. Elbette bu sadece bir farkındalık yaratabilir. Farkındalık sonrası hareket gelmediği sürece sonuç pek de değişmeyecektir. 

Umarım bu yönden daha iyi bir hayata adım atmanız üzere faydalı bir araç olur. İlerleyen yazılarda zaten her bir alanla veya birkaç alanla birden alakalı olabilecek yazılar yazacağım. Yazabilecek o kadar çok şey var ki! Bu bile heyecan verici bir durum bana göre. :)

Sevgiler.


Farkında Olmak ya da Olmamak

Farkında Olmak ya da Olmamak...
Merhaba!

Farkındalık üzerine yazmak istedim bugün. Aşağıdaki videoda bir farkındalık testi var. Bir bakın bakalım ne olacak...


Farkındalık derin derin incelenebilecek bir konu ama bu yazı bir başlangıç olsun niyetindeyim. Yoksa kaybolabilirim içinde. Kaybolduğumu da farketmezsem çok fena :)

Önce farkındalığı tanımlamak gerekiyor sanıyorum. Google'a sorsanız tanım bol ama şahsen şöyle tanımlıyorum; farkındalık bana göre an'da kalabilme durumu. O an olan biten şeyler, nesneler, yaptıklarınız, insanların yaptıkları vb. akla gelen her konunun neden öyle olduğunu bilme ve anlamlandırabilme yeteneği. Fakat çok fazla duyduğum şeylerden bir tanesi; geçmişin pişmanlıkları, geleceğin kaygılarıyla yaşıyorsanız an'da kalamazsınız. İnsanların büyük çoğunluğunun böyle yaşadığını varsaysak yanılmış olmayız herhalde. Siz kendinizi nasıl görüyorsunuz bilemem. :)

En klişe görüntüsüyle böyle bir durum (daha klişesini bulamadım):


Bir bilinç durumundan bahsediyoruz aslında. Fakat sokağa çıkıp anket yapsak ve tek soru sorsak; "bilinçli yaşıyor musunuz?", cevaplayan herkes "elbette, tabii ki, muhakkak" diye cevap verir. Herkes kendisinin bilinçli yaşadığını düşünüyor. Bilinçsiz olduğunu kabul etmenin negatif bir anlamlandırması var. Kulağa hoş gelmiyor.

Bilimsel bir gerçek var ki yaptığımız çoğu şeyi "otomatik" yapıyoruz yani bilinçaltımızdan gelen, önceki bilgilerimize, tecrübemize vs. dayanan bir sistemimiz var. (Psikolojik detaylara girmiyorum, konu konu ileride detaylandırırız.) Yani el yıkarken aha şimdi sabunu sürmeliyim, sonra ellerimi ovuşturmalıyım diye düşünmüyoruz. Diş fırçalarken de hmm şimdi biraz da azı dişlerimi çapraz fırçalayayım demiyoruz. Bu da bize zaman kazandırıyor. Otomatik davranışların sunduğu en iyi avantaj bu; zaman kazandırmak. 

Fakat küçükken köpekten korkmuş bir çocuğun yetişkin halde de gördüğü en ufak, saldırgan görünmeyen köpekten bile korkması da aynı otomatik davranıştır. Kişi bunun farkında olmadığı sürece korkmaya devam eder çünkü neden korktuğu konusunda bilgisi ve farkındalığı yoktur. Otomatiğe bağlamanın en önemli dezavantajı geçmişte bilinçaltımızda oluşan tahribatın ya da kalıpların (şema) bize her zaman yardımcı olmayan şeyler yaptırmasıdır. Bu arada deminki uydurma anket yapsak sorusu vardı ya, ona verilen cevaplar bile çoğunlukla otomatik olur, o derece. :)

 http://blog.lib.umn.edu/meyer769/section16&17/Phobia-Symptoms.jpg

Dr. Phil diye bilinen Phil McGraw'un şöyle bir sözü var: "Hareket olmaksızın farkındalık değersizdir." Dolayısıyla sadece farkında olmak, "ben acayip farkındayım ya xd" demek de yetmiyor. Farkında olmak kavramından sonra içgörü geliyor yani farkında olduğunun farkında olmak. Kişinin kendisiyle empati kurabilmesi, davranışlarının neden olduğunu anlamlandırması gibi bir durum. 

Karışık geliyor kulağa biliyorum ama şahsen yaşadığım tecrübe; yaşadığım farkındalıklar arttıkça içlerinden bazılarıyla ilgili yavaş yavaş içgörülerimin de oluşmaya başladığıydı. Bu da aynı davranış kalıplarının, örneğin "bazı şeylere sinirlenmek", neden ortaya çıktığını o an farkedebilmemi, dolayısıyla kendimi mümkün olduğunca durdurabilmemi, davranışlarımı kontrol edebilmemi sağladı. Hala sinirlendiğim şeyler oluyor elbette, o ayrı. Dolayısıyla bunu bir süreç olarak görüyorum. İçgörü oluştuğunda hareket ve değişim başlıyor. 

Diyelim farkındalığımız arttı, içgörümüz arttı. Sonra hareket başlıyor. Bunu hayatımızın her alanına mümkün olduğunca yansıtabilmek herhalde ulaşılabilecek iyi noktalardan bir tanesi. O zaman bilinçli seçimler, bilinçli davranışlar, anda kalabilme, hayattan daha çok zevk alabilme, pozitif tutum ve düşünce gibi daha sayamayacağımız birçok fayda beraberinde geliyor. Bugün pozitif zihnin gücünü şahsen hiçbir şeye değişmem.

Video'ya gelirsek, orjinalinde sonunda; "bakmadığınız bir şeyi kaçırmak çok kolaydır" diyor. O yüzden ne aradığımızın, ne beklediğimizin, ne kadar anda kalabildiğimizin bir önemi var mıdır? Kesinlikle. Belki bazılarınız ortadan geçen ayıyı farketti, ben bu video'yu izleyeli çok yıllar oldu, o zaman kesinlikle görmemiştim. Görüp görmemek de aslında çok önemli değil ama konuya iyi vurgu yapıyor. Bir gününüz içinde kimbilir neler kaçırıyorsunuz, bir günüm içinde kimbilir neler kaçırıyorum? Kendinizi gerçekten ne kadar tanıyorsunuz ve ne kadar farkındasınız? 

Farkındalık konusunda nirvanaya ulaşmış falan değilim. Sadece kendi çapımda pozitif yönde bir şeyler yapma çabasındayım. Bu bir yolculuk ama adımı atmak için başta kabullenilmesi gereken şeyler var. Belki siz de bu yönde adımlar atmaya karar verirsiniz, bugün olmasa da yakın bir gelecekte. Daha sonraki zamanlarda geçmişteki "kendiniz" ile şimdikini kıyaslayınca farklar şaşırtabiliyor. 

Bir önceki yazımda, hayatınızın durumuyla ilgili size farkındalık yaşatmaya yardımcı olabilecek bir araç var. Onu da incelemenizi tavsiye ederim.

Zaten kaybolmuş hissediyorum, daha yazarsam iyice çıkamam içinden. O yüzden şimdilik bu kadar. Farkındalık konusuna ara ara vurgular yapıp, arada da onla ilgili yazılar yazacağım. Bu konu burada bitmez, bitemez. :)

Sevgiler. 

Küçük Kararlar Büyük Sonuçlar

Küçük Kararlar Büyük Sonuçlar
Merhaba!

Önceki yazımı farkındalık üzerine yazdım. Farkındalık oluşunca içgörünün oluşması, sonra da hareketin gelmesinden bahsettim. İyi de hareket neden gerekli? Kim herhangi bir konuda durup dururken harekete geçmek ister ki? Kaliteli bir yaşam, daha sağlıklı olabilmek adına bir takım şeylerin hayatınızda değişmesi gerekebileceğini siz benden daha iyi biliyorsunuzdur. O yüzden konuyu alakalı buldum. 


Hareket; değişmek için, hayatta istenen farklı sonuçlar varsa onları elde etmek için, daha kaliteli bir hayat için aslında en önemli gereksinim. Hareket yoksa sonuç da olmaz. Fakat harekete geçmek için bir amaç gerekiyor. Bu ayrı bir yazının konusu. 

Herkes sigara içmenin akciğer kanserine sebep olduğunu biliyor. Harika, çok bilinçliyiz! Peki sonuç belliyse neden birçok kişi içmeye devam ediyor? Cevabı basit: Son içilen sigaradan hemen sonra kanser olunmadığı ya da ölünmediği için... Sonuçları hemen göremiyoruz, görmediğimiz için de bir etkisi yokmuş gibi düşünüyoruz ya da belki insan algısı bu şekilde işliyor, bilemiyorum. Kaç kişi o içilen tek bir sigaradan hemen sonra öleceğini bilse sigara içer? 

Geçenlerde oldukça başarılı İtalyan bir işadamını dinliyordum. Onun söylediği bazı şeyler aslında bu yazı için esinlenmemi sağladı. Anlamamız gereken şey; eğer elde etmek istediğimiz bir sonuç varsa, bunu elde etmek için gereken anahtarın zaman olduğudur. Elbette eldeki zaman kaynağı sınırlı olduğu için, doğru kullanılırsa bu böyle. Bir birey için zaman sonsuz ve sınırsız değil. İnsanlar sigara içerek, zamanlasağlık sıkıntıları yaşar. İnsanlar fazla yiyerek, zamanla kilo alır... Yani her gün yaptığımız, çok da önemsemediğimiz şeyler, büyük sonuçları doğurur. Bana göre, bunun farkında olmamız aslında farkı yaratacak şeydir. 

Diyelim ki iki arkadaş her öğlen bir restoranda buluşup yemek yiyor. Aynı kilo ve boydalar. Her öğlen bir tanesi salata yemeyi tercih ediyor, öteki ise kocaman bir pizzayı bitiriyor. Diğer öğünlerde de aynı alışkanlıkların devam ettiğini düşünelim. Ertesi gün görünümde fark yok. Bir hafta sonra yine yok ama bir yıl sonra bir fark olur mu? Kesinlikle. 

Değişim denen şey, bir seferde yapılacak bir şeyin sonucu değildir her zaman bir süreçtir. Süreci sevmek gerekiyor. Yani bir gün boyunca yemek yemeyerek, yıllarca kötü beslenme alışkanlıklarının etkilerini sıfırlayamayız değil mi? Bunu kabul ettiğinizde, istediğiniz sonuçları almanızı sağlayacak değişimin de düzenli olarak yapılacak şeyler ile gerçekleşeceğini bilmek gerekiyor. Zaten bir şeyi düzenli olarak yapıyor olmak zaman içinde o eylemi bizim hayatımızda zaman kazandıran alışkanlıklar haline geliyor. Farkındalık yazımda bundan bahsettim. Kendiniz için doğru alışkanlıkları yakalayabilirseniz, istediğiniz sonuçları alırsınız. Kendiniz için doğru alışkanlıkları elde etmek için de, o eylemi düzenli olarak tekrar tekrar yapmak gerekiyor ki eski alışkanlıkların yerini alabilsin. 

Kulağa çok bariz geliyor ama uygulaması öyle değil... Amerikan girişimci, yazar ve konuşmacı (rahmetli de olmuş) Jim Rohn şöyle demiş: "Yapması kolay olan şeyleri yapmamak da kolaydır." Oldukça güçlü bir söz. Deminki salata, pizza örneğini düşünelim. Pizza yiyen kişi salata yemeyi tercih edebilir mi? Evet. Tercih etmek kolay bir karar mıdır? Evet. Peki bu kadar barizse sorun nedir? Kilo problemi olup da kilo vermek isteyen milyonlarca insan var ama birçoğu başarılı olamıyor çünkü değişmesi gereken bazı alışkanlıklar var. Bunlar zor şeyler değil ama yapmamayı tercih etmek de oldukça kolay. 

Değişim zordur. Değişim, bir insanın karşısına çıktığında kişi çoğunlukla direnç gösterir. Değişim rahatlık bölgesinin dışına çıkmak yani gün boyunca rahat hissederek yaptığımız bazı şeyleri, ilk başta rahat hissetmeyerek yaptığımız başka şeylerle yer değiştirme sürecidir ve bu maalesef hiç de kolay değildir. Hatta değişim kelimesini sürekli kullandığım için -yazının burasına kadar gelmeyi başarabildiyseniz- içinizde bana karşı bir öfke başlamış bile olabilir, o derece kesin konuşuyorum. Farkında bile olmazsınız ama bilinçaltınızdan ağır küfürler geliyor olabilir bana. :)

Çoğu şey bir günde radikal bir biçimde değişmiyorken, neden arzu ettiğimiz sonuçları almak için bu kadar sabırsız oluyoruz hep merak ediyorum? Ben hiç farklı değilim bu konuda! Biraz göbeğim çıktığında ertesi gün yok olsun istediğim çok olmuştur! Her sabah kalkıp tartılan insanlar tanıyorum! :) 

Deminden beri hep arzu ettiğiniz sonuçlar ve bir şeyleri değiştirmekten bahsediyorum, bunun bir sebebi var. Hayatta her elde ettiği ve edeceği sonuç tam olarak istediği sonuç olan çok az kişi gördüm. Kendi tanımlarıyla ideal mutluluğa ulaşmış olan insanlar tanıdım ve tanıyorum ama onların hepsi ciddi değişimler sonucunda bunlara ulaşabilmiş durumda. Hepsi farklı eylemleri, sürekli hale getirerek, doğru alışkanlıklara dönüştürerek istediklerine ulaşmış durumda. Tesadüf değil. O yüzden ne istiyorsanız isteyin, (maddi, fiziksel, duygusal, ruhsal vb.) istediğiniz sonuca ulaşmanın yolunun buradan geçtiğini şahsen gözlemledim. Kendi hayatımda da benimsediğim en önemli şey bu oluyor. 

Farkındalık sonrası hareket üzerine, değişim üzerine bir yazı oldu. Bilinçaltınızdan gelen bana karşı veya yazılanlara karşı sinir geçtiyse, bir düşünün derim. :) Küçük küçük attığınız adımlar, bu adımları atarkenki verdiğiniz basit kararlar, büyük sonuçları doğuracak ve istediklerinize sizi ulaştıracak. Tabii ki yeterince istiyorsanız!

Son olarak soru şu; rahatlık bölgenizin dışında ne var biliyor musunuz?
İstediğiniz her şey. 

Sevgiler.


En İyi Kilo Kontrolü

En İyi Kilo Kontrolü 101!
Merhaba.

Dünyada en çok ilgi duyulan konularından bir tanesi de kilo kontrolüdür herhalde. Bunu bir giriş yazısı olarak kabul ediyorum. Genel bir yazı olacak, özel noktalara ilerleyen yazılarda inerim.

 "Önce antakya biberini yiyorsunuz, ardından içinde zeytin yaprağını kaynattığınız suyu içiyorsunuz, ardından da 1,5 adana dürüm yiyorsunuz ve kilolarınızdan kurtuluyorsunuz." gibi fantastik beyanları çok fazla duyuyoruz. Neden kestirmeden çözümlere bu kadar meraklıyız acaba? Neden zamanla aldığımız kiloları vermeye kalktığımızda kısa sürede sonuç alamayınce yine eski alışkanlıklara dönüyoruz? Önceki yazımda küçük adımların büyük sonuçlara ulaşmanız konusunda yardımcı olacağını yazmıştım...


Öncelikli soru şu ki; neden kilo kontrolü denilen bir kavram var? Neden kilomuzun kontrolü kaçıyor da daha sonra geri döndürmek için çözüm yolları arıyoruz? Neden canımız gecenin 2'sinde waffle istiyor? :)

Her insan anatomik yapısı itibariyle, kas kütlesi, kemik yapısı vb. durumlardan kaynaklı "ideal" bir kiloya sahiptir. Fakat beslenme ve yaşam tarzı alışkanlıkları yüzünden bu idealden oldukça uzaklaşıldığı da bir gerçek. Ntvmsnbc'de geçen sene yayınlanan bir haberde; Türkiye'de 10 kişiden 3'ünün (%32) obez olduğu yazıyordu. Neden ideal kilodan uzak olmak "ideal" değil?

Sağlık Riski
Aslında bu durumun görüntüden çok sağlık ile alakası var. Elbette görüntünün, kendimize olan özgüveni etkileyebileceği bir gerçek ama esas nokta sağlıktan geçiyor. National Geographic'de yayınlanan bir araştırmada şöyle bir grafik var.

Burada göze çarpan nokta, kilo arttıkça sözkonusu tüm hastalıklar için riskin de katlaya katlaya artması. Her obez kişinin diyabet olacağı elbette bir kesinlik değil ama obez kişi ideal kilolu kişiye göre 6 kat fazla risk taşıyor. Risk budur! O yüzden ideal kilo ve sağlıklı yaşam arasında ciddi bir bağlantı olduğu bir gerçek.

Nasıl kilo alıyoruz konusuna çok girmiyorum. Fotoğraf konuşsun :)
Gıdalar artık olması gereken formdan çok uzak, paketlenmiş ve sağlığa yararlılıktan uzak hale getirilmiş durumda. Süpermarketlerde taze meyve-sebze reyonunun en küçük reyonlardan biri olması ne kadar ilginçtir. 

Zannediyorum Amerika'da yapılan bir araştırma ortaya çıkarmış ki insanlar yiyecek satın alırken ilk olarak lezzetine dikkat ediyormuş. Kaç kişi markette -her şey eşit derecede zararlı/yararlı olsa- bir paket cips yerine brokoli alır? Gıda firmaları da daha çok satış yapabilmek amaçlı bu isteği dikkate alıyor ve daha lezzetli gıdalar üretmeye çalışıyor. Bir şey çok lezzetliyse çok da zararlı olması hiç dikkatinizi çekti mi? Geçen yazımda belirttiğim gibi zararlı yiyecekler bizi yediğimiz saniye öldürmediği için pek de farketmiyormuş gibi geliyor. 
  

Spor ve Kilo Kontrolü
Sporun kilo kontrolü sağlanması için tartışılmayacak faydaları var. Fakat ben spor salonuna gittiğimde ciddi kilosu olan kişilerin aynı ciddilikle spor yaptığını görüyorum. Bana göre kilo verme amacıyla spor yapılırsa sıkıntılı olacaktır. Yüksek kilolarla koştura koştura spor yapıp akabinde ağırlık kaldırmanın şahsen faydasını düşünemiyorum. Spor, egzersiz ideal kiloya yaklaştıkça yapılması faydalı olan bir eylem. Spor konusunu başka yazıda daha detaylı ele alabilirim.

Dr. Ross Walker, "Sağlığa Giden Yol" adlı kitabında şöyle diyor: "Egzersiz sizi yalnızca egzersiz yaptığınız süre için korur. Egzersizi kestikten itibaren yaklaşık altı hafta içinde faydalar yok olur." Dolayısıyla egzersiz/spor bizim hayatımızın ancak bir parçası olursa bize fayda sağlayabilir. Bir adet BigMac 480 kalori (kcal) ve bunu yakmak için kendi kiloma göre hesapladım, 6 km falan koşmam gerekiyor. Şaka mı yapıyorsunuz?

Bu kadar şey anlattın da nasıl idealime döneceğimi söylemedin diyenler için yardımcı olabilecek bir yazıyı yakın zamanda yazacağım. Genel olarak vücudun işleyişini anlatmaya çalışmak gibi bir hedefim var. 

Eğer hedefinizde sağlıklı olmak için kilo kontrolü yapmak varsa, harika. Sadece kilo kaybetme amaçlı bir şey hayal ediyorsanız, tek tavsiyem; uzunca bir süre sadece su için. :) Gerçi böyle bir şey hedeflemeden bir daha düşünün derim.

Düşüncelerimde özel olarak bir değişim olmazsa direk olarak beslenmeyle ilgili çok fazla şey söylemek veya yazı yazmak istemiyorum. Zira benim inandığım bazı düşünceler bir başkasına aynı derecede mantıklı gelmeyeceği için bu konular oldukça sıkıntı verebilecek konulardır. Sonra "vay sen bizim ekmeğimizle nasıl oynarsın" diye kafama fırıncılar federasyonundan kürek yemek istemem. :) 

Yakın gelecekte kilo kontrolü ve sağlıklı yaşamla ilgili annemin yolculuğunu röportaj tadında paylaşacağım. 

Görüşmek üzere.

Kilo Kontrolü Enerji Kaynakları

Kilo Kontrolü Enerji Kaynakları
Merhaba.

Kilo kontrolü kavramına giriş yaptıktan sonra devamlılık olması açısından bir yazı yazmak istedim. Şu ana kadar en ilgi çeken yazı "Hayat Çemberi" konusu olmuş ki benim de hoşuma gitti bu durum. 

Bugün genel olarak enerji kaynaklarından bahsedeyim istedim. Bir şeyler yiyoruz da neden yiyoruz? Yediklerimize neler oluyor? 
Az önce yediğimiz 1,5 iskender nereye gitti? 
"Valla hiçbir şey yemiyorum yine de kilo alıyorum." 
"Su içsem yarıyor..." diyorsanız, bir bakın size yarayan nedir acaba? :)






Yediklerimizin nasıl bir düzende vücudumuzda işlediğini bilirseniz belki bir nebze fayda sağlayabilirsiniz diye düşündüm. Çoğu insanın kısmen bilgisi olduğuna eminim ama benim birebir bilgi paylaştığım, benden danışma alan kişilerin genelde pek de bilmediğini keşfettim. Tabii ki bu bir sorun değil.

Yediğimiz gıdalarda tek tek veya kombinasyon olarak üç enerji kaynağı var: Proteinler, yağlar ve karbonhidratlar. 
 
Proteinler

Röaaarr, et kokusu alıyorum... Bu yazıyı okuyan vegan ve vejetaryenler olabilir elbette. Onlar için protein kaynağı daha azalıyor maalesef. Protein en basit anlamıyla bizim yapıtaşımız. Yenildikten sonra parçalanıp aminoasitlere dönüşüyor. Kaslar, kemikler, DNA vs. hep protein içerikli. Aminoasitlerin bazılarını kendimiz üretiyoruz bazılarını dışarıdan almamız gerekiyor. Dolayısıyla bizim protein kaynaklarından bir miktar yemeye ihtiyacımız var.

Dr. Ron Rosedale'ın "The Rosedale Diet" adlı kitabında proteinle ilgili şöyle bir bilgi var: Protein vücuda alındığında eğer yeni hücre üretimi, onarım vb. yapısal faaliyetlerde kullanılmayacaksa, basit şekerlere dönüşür, kana karışıp kan şekerini yükseltir ve insülin direnci oluşmasına katkı yapar. Dolayısıyla proteini bir seferde çok almak pek mantıklı bir seçim değil. Ayrıca yüklü protein alımları (özellikle proteine yüklenen diyetler olduğu için söylüyorum), kandaki ürik asit miktarını artırıp böbreklere ciddi tahribat yapıyor.

Uzmanlar ideal kilonuz kadar gram protein tüketmemiz gerektiğini söylüyor. Sporcularda bu biraz daha artabiliyor. Her öğün içinde azar azar protein almayı ben mantıklı buluyorum. Protein kaynaklarını google'a sorabilir ve içlerinden uygun gördüklerinizi seçebilirsiniz. Ben yumurta ve tavuğun en mantıklı kaynaklar olduğunu düşünüyorum. 

Karbonhidratlar

Tatlı yiyelim tatlı konuşalım... 
Yediniz mi? Bakın bu sondu!!

İçinde karbonhidrat bulunmayan çok az şey var. O şekilde bile sınıflandırılabilir. Karbonhidrat kaynaklı bir şey yediğimizde hızla "şeker" denilen yapıtaşlarına parçalanır ve kana karışır. Vücut birinci öncelik şekeri yakmaya çalışır çünkü kandaki şeker yüksekliği ciddi bir tehlikedir. Bu tehlikeden korunmak adına vücut 2 yol izler:
1- Mevcut enerji ihtiyacı için yakmaya uğraşır.
2- Yağ dokularındaki boşluklara fazla şekeri bırakır. AHA!

Yağ dokularına gelen fazla şeker ile şeker bayramını şenliklerle kutlayan yağ hücreleri, büyür. Sonra aynada göbek, kalça bölgelerinde çıkıntılar başlar. (allah allah?) Bu böyle gider. Her fazlalık karbonhidrat kısa bir süre glikojen olarak karaciğerde depolanır, fakat yakılmazsa kaderi böyledir çünkü bizim yağ depolamak dışında uzun vadeli depolama şeklimiz yok.

2013 senesi itibariyle, tanıdığım kimse (şehir hayatının getirdikleri volume 1) yediği karbonhidratları enerji olarak kullanabilecek aksiyonda yaşamıyor. En hareketli insanın bile hareketi, yediği karbonhidratın tamamını enerji olarak kullanabilecek durumda değil. Bir de zaten yediklerimiz daha bir tatlı, pek bir leziz modda olduğu için enerjileri de yüksek oluyor. Geçen yazımda bahsetmiştim, gıda üreticilerinin bir numaraları hedefi ürettikleri ürünlerin tadının iyi olması ki bunu da karbonhidrat ile sağlamak en mantıklı yol. 

Sözün özü, yağlanma varsa aldığınız karbonhidrat seviyesini kontrol etmeniz faydalı olabilir. Ekmek vb. tahıllı ürünler (un içerikli), patates vb. nişastalar, pirinç ve makarna gibi şeyler, baklagiller, meyveler... diye giden uzun bir içerik listesine sahip. Kaynakları internetten araştırmanızı tavsiye ederim. 


Yağlar
 
Yıllarca duyduğumuz şey yağlı şeyler yemeyin oldu fakat bütün yağlar insan düşmanı değil. Beynimizin çoğu su ama kalan kısmın çoğu yağdır. Dolayısıyla yağ vücudumuzda gayet işlevselliği olan bir yapıtaşı olarak düşünebiliriz. Protein ve karbonhidrattan farkı ciddi seviyede bir enerji kaynağı olması.

Genelde kaçınılması gereken en önemli yağ çeşidir trans yağlardır. Trans yağlar sentetiktir, doğal koşullardan elde edilmez. Margarinlerde, paketli hemen hemen her şeyde vardır. Trans yağ yoktur yazısı ise tam bir şehir efsanesidir. Paketlerin üzerine içeriği belli miktarın altındaysa yoktur yazılabilmektedir. Trans yağ yoksa alıp da 6 ay sonra açtığınız paketli bisküviyi çıtır yapan sihirli formülü ben çok merak ediyorum... :)

Doymuş yağların diğer çeşidi (trans yağ da doymuş yağdır) hayvansal olanlardır ve onları da çok yüklü tüketmemek iyi bir seçim olabilir, uzmanların görüşü böyle en azından. Yağ asitlerinin bizim açımızdan en önemlileri bana göre omega 3, omega 6 ve omega 9. Sanırım bu başka bir yazının konusu olmalı. 
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWd9H0wtfNZXKrqbDItGOPa_uej7ljizMSBmQoPw1Tq1tRT5tZKvPPVPznL7LSw6TvnMHZCnQ8YnNc-48XeTklK6z4CqTYxeHXwRjZWbIRgZbh_wc3S7WchZBlHdW45dOy3HHkD1gbmWrH/s1600/Chart+Blood+Glucose+Fat+Protein+Carbohydrate.jpg
Yağlar ile karbonhidratları kıyaslarsak karbonhidratlar gazete yakmak gibi, yağlar ise kömür yakmak gibi enerji verir. Biri kısa sürede yüklü enerjidir, biri ise uzun vadede sürekli enerji kaynağı gibidir. Yukarıdaki grafik bu anlamda çok hoşuma gitti. (Ek bilgi: Fat = Yağ)
Yazıdaki amacım genel olarak enerji kaynaklarımızı anlayabilmenizi sağlamaktı. Diyet yazma amacında olmadığım için çok genel bilgi gelebilir. Düşüncem şu ki; yediğiniz şeylerle ilgili bir miktar farkındalığınız olursa araştırmaya başlayabilirsiniz. Oldukça fazla kaynak var bu konularda ama çok fazla da farklı alternatif bakış açısı var. Sizin kendi hayatınız için en iyi yapabileceğiniz şey kendinize doğru gelen bilgiyi seçmek ve onun detayını araştırmak olabilir. Ben öyle yapıyorum genel olarak. 

Aklıma iki konu gelmiş oldu bu yazı sayesinde; birincisi kilo vermeyle ilgili uygulanan yanlış şeylerden bazılarının üzerinden geçmek, ikincisi ise omega 3-6-9'u yazmak. Kısa zamanda görüşürüz.

Sevgiler.

Not: Paylaşımlar ve beğeniler için çok teşekkürler. Harikasınız. Başka insanlara fayda götürmek isteyenlerin olduğunu bilmek çok sevindirici. Facebook sayfanızda beğendiğiniz yazılarımı paylaşabilirseniz daha fazla insana ulaşırız. Yazıların altında Facebook'ta paylaşma linki oluyor veya Facebook sayfamızı takip ederek oradan paylaşabilirsiniz. Hep beraber bunu bir toplumsal fayda projesi olarak görmeyi başarırsak ne ala. Umarım mutlu insanların sayısı hep artar. :)

Omega 3 6 9 Besin ve Gıdalar

Omega 3 - 6 - 9 Besinleri ve Gıdalar
Merhaba.

Matematik sever biri olarak başlığı 12, 15, 18 diye devam ettirmek isterdim ama henüz bilim buna müsaade etmiyor.

Kilo kontrolünde enerji kaynaklarından bahsettiğim yazımda, omega 3-6-9'dan bahsedeceğimi yazmıştım. 

Bu 3 yağ asidinden omega 3 ve omega 6'yı dışarıdan vücudumuza almak zorundayız çünkü eksiklikleri problem yaratacaktır. Fakat omega 9 esansiyel yani gerekli olarak kabul edilmemektedir. 

Omega 9
Doğadaki gıda kaynaklarında bol miktarda bulunan bir yağ asididir. En bilinen kaynağı zeytinyağıdır. Tertemiz bir enerji kaynağıdır diyebilirim. Zeytinyağının oldukça fazla faydası olduğu bilinir, bu faydaları elde edebilmek adına yemeklerde kullanılmasını tavsiye edebileceğim bir yağdır.

Omega 6
 
Vücudumuza alma gerekliliği olan bir yağ asididir. Eksikliği olabileceğini hiç düşünmüyorum, yediğimiz hemen her şeyin içinde mevcut. Yemek pişirmede kullanılan yağlar (ayçiçek, mısırözü vb.), çerezler, tavuk, yumurta... Dolayısıyla alınmasıyla ilgili bir problem olmayacaktır ama birazdan yazacağım sebeplerle fazla alınması sıkıntı yaratabilir.





Omega 3

Son dönemde o kadar çok bilgi çıkıyor ki hakkında, burayı daha uzun tutmak gerekiyor. Omega 3'ün en bilinen özellikleri beyin ve kalp-damar sağlığına olan olumlu etkileri. Faydalarını yazmaya kalksam buradan Paris'e yol olur. O yüzden birkaç link paylaşacağım. (yazılar uzun değil, açıp bakın en azından :) )
Okutuyor olması
Beyin işlevleriyle ilgili bir araştırma
Hamilelerde düşükleri önleme

Omega 3 içeren kaynaklar maalesef çok sınırlı. Her ne kadar ceviz, semizotu gibi bitkisel kaynaklarda olduğu bilinse de bunlar yeterli gelecek miktarları oluşturmuyor. En sağlam kaynak derin su balıkları oluyor. (ör: Norveç Somonu)

Alaska bölgesinde Yup'i denilen insanları incelemişler ve fantastik bulgulara ulaşmışlar. Burada yaşayanların aynı oranda (ABD) obeziteye sahip olmalarına rağmen obezite yüzünden sıklıkla görülen kalp, diyabet gibi hastalıkların etkilerinin görülmediğine ulaşmışlar. Alaska bölgesinde tüketilen omega3'ün haddi hesabı yok elbette.
İngilizce bir yazı ama bakmak isteyen olursa tıklayınız.

Omega 6 / Omega 3 Oranı
 
En çok üzerinde durulan noktalardan biri bu. Kaynakların beslenmemizdeki orantısızlığı yüzünden bizde ve hemen hemen dünyanın çoğunluğunda 1 birim omega 3'e karşılık 15 ile 50 birim arasında omega 6 yeniliyor. Yani oran 15-50 arasında seyrediyor. Bu konuda bir araştırma şöyle diyor; bu oran ne kadar düşük olursa o kadar iyi. İdeal seviyenin 1 olduğunu yazıyor ve 4'ün altına indirerek kronik hastalıklarının riskini azaltabileceğimizi yazıyor.
 
Omega 3 kaynakları oldukça kısıtlı olduğundan ve biz derin su balıkları tüketen bir toplum olmadığımızdan dolayı, aslında bünyemizde ciddi bir omega3 sıkıntısı yaşanıyor. O sebeple de artık omega3 tabletleri, balık yağları vb. ürünler piyasaya çıkmaya başladı. Bu konuda nasıl bir seçim yapabilirsiniz, bunu anlatan şöyle bir yazı var.

Omega 3'ün dışarıdan kesinlikle takviye edilmesi görüşündeyim. (veya haftada 3-4 kez Norveç somonu yiyebilirsiniz!) Ben buradan marka tavsiye etmiyorum ama size tavsiyem güvenilir bir markanınkini tercih etmeniz ve balık yağı tarzı şeyler yerine direk olarak omega3 yağlarını (EPA, DHA) içeren bir ürüne bakmanız. Şahsen görüştüğüm kişilere zaten gereken tavsiyeleri yapıyorum bu konuda. :)

Gıdaları tüketirken bu noktaların da bilincinde olmak belki fark yaratabilir diye düşündüm. 

Görüşmek üzere.

İdeal Uyku Şekli Nasıl Olmalı?

İdeal Uyku Şekli Nasıl Olmalıdır?
Merhaba,

Wall Street Journal sağlık haberlerinde hoş bir konuya rastladım. (link) Özellikle bölgesel ağrılar çeken çok fazla kişi olduğu için bakmanızda fayda var. Misal benim şu an boynum ağrıyor. :)

Bu makalede uzmanların (artık kimse bu uzmanlar) tek bir doğru yatış pozisyonunun olmadığı görüşünde olduğunu yazıyor. Fakat bazı yatış pozisyonları vücuttaki bazı sıkıntılara iyi gelirken, bazıları sorunu daha da problematik hale getirebiliyormuş. Hatta her gece sürekli aynı pozisyonda uyuyor olmanın özellikle boyun ve omuz ağrıları ortaya çıkarabileceğini yazıyor.

Makaledeki çok ilginç bir bilgi de; geceleri insanlar (video kayıtlı bakmışlar) üç ile otuzaltı kere arasında pozisyon değiştiriyormuş. (ortalama 12)

Aşağıda photoshop'da Türkçeleştirdiğim, aynı makalede yer alan bir görüntü var. Belli ağrılar ve sıkıntılar için hangi uyku pozisyonlarında ne yapmak lazım yazıyor. Artık yazının bundan sonrası görüntüye ait. :) 


Şimdiden iyi uykular diliyorum. 
Sevgiler.  

Grip Korunma ve Tedavi 2013

Grip Korunma ve Tedavi Yöntemledi 2013
Merhaba,

Grip olmamak, tedavi olmaya çalışmaktan daha iyi elbette. O yüzden önce grip olmamak üzere yapılabilecek bir kaç şey okudum. Genelde bilinen şeylerden biraz daha farklı diye bir yazı haline getiriyorum. Bu sene özellikle daha bir grip salgını durumu oluyormuş. 

Makale kaynakları Dr. Mercola'nın sitesinden. Dr. Mercola kesinlikle başucu olabilecek kaynaklardan birini online olarak sunuyor. Sırf facebook sayfasını 400binden fazla insan takip ediyor ki gerçekten alanında dünyada en çok takip edilen ve değer verilen doktorlardan biri.
Kaynak 1 (793bin kere okunmuş!)
Kaynak 2

Özet geçeceğim ama bilin ki bunları Dr.Mercola söylüyor, ben değil. Sonra vay efendim sen ne biçim konuşuyorsun demeyin. :)


Grip denilen hastalığın bakteriler (mikroplar) değil, virüsler tarafından geldiğini öncelikle bilmek gerekiyor. Sıradan soğuk algınlığı, nezle ile de karıştırmamak gerekiyor çünkü soğuk algınlığında burun akması, hapşırık, öksürük, boğaz ağrısı gibi şikayetler oluyorken, gripte ekstradan ciğerlerde enfeksiyon, eklemlerde ağrı, ateş vb. durumlar oluyor. Bütün bu hastalıklara yakalanıp yakalanmamak tamamen bağışıklık sisteminizin o anki durumuyla alakalı. Eğer sıkı bir bağışıklık sisteminiz varsa gripsiz, nezlesiz, hatta başka hastalıksız hayatınıza devam edebilirsiniz. 








Gripten korunmak için bazı öneriler:
1- Grip aşısı olmayın. :) İkinci kaynakta bilimsel anlamda bir işe yaramadığını yazmış. 

2- Çok fazla şeker tüketmeyin. (karbonhidrat nedir için tıklayınız) Şeker tüketimi hastalık yapan bakteriler, mantarlar vb. organizmaların üremesi için nefis bir ortam sunuyor ve vücudun içinde gerçekleşen saldırı, bağışıklığı zayıflatıp açık hedef haline getiriyor.
3- Vitamin D eksikliği oluşmaması için arada güneşe çıkın.

Funny-Sleepy-Cats-07

4- Yeterli ve kaliteli dinlenin. İyi bir uykunun koruyucu olması durumu...

5- Stres müptelası olmayın :) Sistem zayıf düşüyor.
6- Düzenli egzersiz. Bağışıklık sistemini artırdığı bulguları var kaynakta.

7- Yeşil çay içmek. 1-5 bardak arası günde içmek bilimsel anlamda fayda sağlıyormuş.

Tedavi aşaması önerileri:
1- Antibiyotik kullanmayın, virüs Türk olduğu için ona etki etmiyor. (yok öyle değildi) Antibiyotik virüs öldürmez. 
2- Şekeri kesin. İşlenmiş gıdalardan, tatlandırıcılardan uzak durun.

3- Bol su için.
4- Eğer ateşiniz 38.9 derecenin altındaysa düşürmeye çalışmayın. Grip virüsü hafif yüksek ısılarda üreyemiyor. Fakat Dr. Mercola, bu derecenin üstünde doktora gitmeyi tavsiye ediyor. Ayrıca kulak ağrısı, gözlerde ağrı, burundan yeşil akıntı, nefes darlığı gibi şikayetler olursa da doktora gitmek gerekiyor aksi halde evde yatın dinlenin diyor. :)
5- Tavuk çorbası (tavuğun içindeki bir aminoasit faydalıymış), sarımsak (yemeden ezin diyor) gibi gıdalar tüketin.
6- El yıkayın. Bu aynı zamanda önleyicidir elbette zira el sıkışmaktan, nesnelere dokunmaktan falan bulaşabiliyor.
7- Besin desteği kullanıyorsanız özellikle çinko ve C vitamini tüketimini artırmak iyileşmeye ciddi yardımcı oluyor.

Buradaki tavsiyelerle belki önleyebilir belki de yakalanırsanız kısa sürede atlatabilirsiniz. Başta da belirttiğim gibi, bunlar 2 kaynaktan derlediğim bilgiler. Kedi fotoğrafları dışında yorum katmadım! Ya da kattım aralarda... 

En güzeli hiç hastalanmayın.
Sevgiler.

Faydali Kaynaklar ile Bakiş Açisi

Faydalı Kaynaklar ve Bakış Açısı Üzerine...
Merhaba.

Genelde yazılarımın içinde yabancı kaynaklardan alıntılar, İngilizce makalelere linkler gibi şeyler bulacaksınız. Bunun neden böyle olduğunu bir nebze açıklamak istedim ki yazılı halde dursun, sorana link veririm. :) 

Twitter'daki sayfamda görebilirsiniz; genelde yabancı kaynakları takip ediyorum. Neden? Türkçe takip edilecek kaynak yok gibi bir şey. Yoksa bir alıp veremediğim yok. :)


Oradan bir örnek vermek gerekirse; Hürriyet Sağlık twitter'ını yaklaşık 23bin kişi takip ediyor, "LA Times" adlı gazetenin sağlık twitter'ını 214bin kişi takip ediyor. Hürriyet'in ulusal, LA Times'ın yerel (Güney Kaliforniya) bir gazete olduğunu belirtmek isterim. 

Bunda ilk olarak twitter kullanım oranlarının etkisi vardır diye düşünüyorum. Zaten Türkçe kaynaklar kötüdür demek istemiyorum. Sadece, yüz tane İngilizce kaynağa karşılık belki birkaç tane Türkçe kaynağa ulaşabiliyorum. Dolayısıyla ulaştığım bilgilerde değerli bilgi olma olasılığı yabancı kaynaklarda daha fazla. O yüzden de yabancı kaynaklara link verdiğim çok yazı olacak, kaynağı belirtebilmek amaçlı.

Hatta bize çeviri hataları, yorum yanlışlarıyla dolu devşirme haberleri okutabiliyorlar. Örneğin geçen brokoli kanser yapar minvalinde bir yazı vardı, makalenin orjinalinde hiç böyle bir şey yok. Neticede seksi fotoğrafları için tıklayınız kalitesinde bir gazetecilik var. Hakkıyla gazetecilik yapanları tenzih ederim. Gerçi benim doğru çevirdiğimden de emin olamayabilirsiniz ama ben kendime kefilim! :) 

Bu konuda toplumsal bakış açısının da etkisi olduğunu da düşünüyorum. Önleyici olmak ile tedavi odaklı olmak arasında muazzam bir efor ve ekonomik anlamda fark olmasına rağmen genelde ülkemizde insanlar hastalığı bekler şekilde yaşıyor. Bu ayrı bir yazı konusu zaten. Sağlıklı kalabilmek ile ilgili konularda gelebilecek bilgilere ya kendimizi kapatıyoruz ya da açık olduğumuzda süzgeç çalışmıyor ve Cem Yılmaz'ın bir zaman dediği gibi, ölü balığı bele koyup fıtık tedavi etmeye çalışıyoruz. Komşu söyledi, onun bir tanıdığı böyle yapınca fıtıktan kurtulmuş. :)

Farkında olduğum şey -ki bu yazıları takip eden herkese sonsuz saygı duyarak söylüyorum bunu- sağlıklı yaşam konusunun en ilgi çeken konu olmadığı. Bunu ilginç hale nasıl getirebilirim diye düşünüyorum ama kedi fotoğraflarıyla falan olacak gibi değil! :) Ben de biliyorum kedilerde malzeme çok ki severim de kedileri, o yüzden geçen gün yazımda aslan fotoğrafı koydum ki sükse yapayım! (Sonra da 2 kedi fotoğraflı yazı yazdım :) )
Bir de tabii insan, bir yazıda yazanları kendi hayatında uygulamazsa sağlıksal sıkıntıya girebileceğini düşündüğünde kendini pek iyi hissetmeyebiliyor. Neticede zor şartlarda çalışan (uzun süreli), kendine yeterli vakit ayır(a)mayan çok fazla kişi var. Hepinizi bu yönden anlıyorum ama yapılabilecek bir şey her zaman vardır. Sıkılmadan bu konunun üzerine giderseniz, %100 fayda sağlayacağınıza eminim. Aksi halde bir şeyin varlığını kabul etmeyerek (risk), onun sonuçlarından yırtmak gibi bir şey söz konusu değil. 


Ben, benim gibi birileri çıkana kadar bu yolda devam etmeyi düşünüyorum. Umarım en azından önce kendisine sonra çevresine fayda sağlamak üzere yola çıkacak insanların sayısı artar. Hayalim, bu konuda gerçekten öncülerden olabilmek. Elbette çok başarılı doktorlar, profesörler, uzmanlar var ama bu konuda ben yeterli "nefer"in olmadığını düşünüyorum. O yüzden bunu okuyan herkesten ricam; kendinizden ve çevrenizden umudu kesmeyin. Buradaki bilgiler belki direk olarak herkese fayda sağlamayabilir ama bir kişiyi bu konuda düşündürtüp farklı kaynaklara yöneltebilmek bile uzun vadede bana göre iyi bir başarıdır. 


Burayı takip eden, paylaşım yapan, facebook vb. ortamlarda yazıları ve sayfayı beğenen herkese çok teşekkür ederim ve kendinizin/çevrenizin sağlığına verdiğiniz önemden dolayı da tebrik ederim. Yazılarım tam gaz devam edecek...

Sevgiler.


Evdeki Zararlı Kimyasallari Bilin?

Evdeki Zararlı Kimyasallar Nelerdir Bilin
Merhaba.

Bu konuyu Bilim ve Teknik Dergisi'nin 2011 Kasım ayı sayısındaki ana makaleye dayanarak belirledim. 

Makalenin yazarları Hacettepe Ünivesitesi Kimya Bölümü'nden Prof. Dr. Adil Denizli ile Doç. Dr. Handan Yavuz. Ben de onlardan alıntıladığım bu makaleyi ufak tefek yorumlarla size aktaracağım. 

Makalenin en çarpıcı bölümünde şöyle yazıyor: "İnsanlar hastalık ve enfeksiyonlarla savaşmak için evlerini temiz tutmayı öğrendiler. Bunun için de biz kimyacılar çeşitli
temizleyiciler ve dezenfektanlar ürettik. Ortaya çıkan sorun temizlik hevesimizin çok ötesine ulaştı. Bugün kullandığımız temizleyiciler temizlemeye çalıştığımız şeylerden genellikle daha tehlikeli. Evsel temizlik malzemeleri alkol, amonyak, beyazlatıcı, formaldehit ve alkali maddeler içeriyor. Bu maddeler bulantı, kusma, yangı, göz, burun, boğaz ve solunum sisteminde yanmalara neden oluyor. Nörolojik hasarlar, akciğer ve böbrek hasarı, körlük, astım ve kanser gibi çok önemli sorunlarla da bağlantıları var."



 
Makalede en çarpıcı noktalardan biri de özellikle bu kimyasal maddelerin vücuda girmesi ve hamileliklerde çocuğa aktarılması. En sağlam hasarı zaten çocuklar görüyor ki bunun anne karnında başlıyor olması oldukça kötü.
 
"Günümüzde hemen hemen her evde ortalama 15-50 litre zararlı madde bulunuyor ve genellikle 60'tan fazla zararlı ürün de kullanılıp depo ediliyor." (ör: böcek ilacı) Elbette bu derece zararlı kimyasalların varlığı da bazı sonuçlara yol açıyor. "Son 20-30 yıldır daha zehirli kimyasal maddeler hayatımıza daha da fazla girdikçe, vücudumuzdaki yağ dokusunda biriken zehir seviyesi artıyor." Bütün bu birikim ciddi hastalık olarak kendisini uzun yıllar sonra gösterebiliyor, sonra da şaşırıyoruz bir anda nasıl oldu, hiç beklemiyorduk diye.

Bu maddelerin kokularının çoğu kişiyi rahatsız etmesi, yanlışlıkla içilirse (özellikle çocuklar tarafından) ciddi tahribat yapabileceği, akciğerlere zarar vereceği, astım, alerji vb. sıkıntılar yaşayan insanları iyice kötüye götüreceğinden bahsediyor.

"Alışveriş yaparken şüpheci olun."
Makale, ürünlerin üzerlerinde tutarsız ifadelerin yazabildiğine dikkat çekiyor. Örneğin; ön tarafında zehirli değildir yazan bir ürünün arkasında buharı zararlıdır yazıyor olması çelişki ifade eder.
Bu konuda çok şey yazılabilir elbette ama hayatta birçok alanda sergilediğimiz -gerekliliği tartışılacak- şüpheciliği genelde evsel alışverişlerde yapmayabiliyoruz. Bu konuda reklamların payı oldukça büyük. Bana göre reklam yaparak ciddi sayıda insanı intihar etmeye bile ikna edebilirsiniz. O derece güçlü araçlar olduğunu düşünüyorum.O yüzden kimse çıkıp çamaşır deterjanının beyazlattığını çılgın gibi vurgularken bunu klorla yaptığından bahsetmiyor. :) 

Şahsen tavsiyem, makalenin bütününü okumanız. Bir şekilde Bilim ve Teknik'in ilgili sayısını bulabilirsiniz. Nasıl bulacağınızı buradan söylemiyorum. :) Bütününü okuduğunuzda tek tek hangi kimyasalların ne sorunlara yol açabileceğinden bahsediyor ama ben tek tek burada da yazmak istemedim. Özet geçmiş oldum.

Hayatta değer verdiğimiz onca şey var. Maddi, manevi birçok şey var ki bizim için çok önemli ve öncelik konumunda. Bu çok güzel bir şey. Fakat genelde sözlü anlamda çok önemsediğimizi söylesek de "kendimizin ve ailemizin sağlığı" konusu bana göre öncelik sıralamasında oldukça sonlarda. En azından çoğu kişinin bu sözlü beyana yönelik, bunu öncelik alarak yaşadığına ben şahit olmadım. O yüzden böyle makalelerin, böyle yazıların uzun vadede daha da çoğalmasını umut ediyorum.

Sevgiler.

Sağlığa Giden Yol ve Sağlık Planınız

"Sağlığa Giden Yol" ve Sağlık Planınız
Merhaba!

Bu yazımda bir kitap üzerine yazmak istedim. Beni oldukça etkilemiş kitaplardan biriydi, kitapta yazan bazı çarpıcı noktaları paylaşacağım.

sagliga-giden-yol-ross-walker 
Bu arada kitabı piyasada bulma şansı sıfıra yakın. Hepsini ben aldım, isteyene ödünç veririm. :) Basımı bitmiş olduğu için en son aramalarda ben bulamamıştım.
Kitabın yazarı olan Ross Walker, Avustralya'da ve dünyanın birçok yerinde oldukça tanınan bir kardiyoloji uzmanı tıp doktoru. 7 kitap yazmış ve hepsi çoksatanlar arasına girmiş. Alanında gerçekten başarılı bir doktor ve yazar.
"Sağlıklı kalmak istiyorsanız bir plana ihtiyacınız vardır." diye bir sözü vardır giriş bölümünde... "Altmışlarınızda veya yetmişlerinizde hatta daha ileri yaşlarda bile eğlenmeye gitmeyi planlıyor musunuz?" Güzel bir soru değil mi? İnsanların yaşam kapasitesinin aslında 120 yıl olduğu söyleniyor. 60-70 neredeyse bu potansiyelin ortaları ama çoğu insan çevresel ve kişisel tahribattan dolayı o noktaya yaklaşmayı dahi düşünemediğinden, 60-70'de artık mezar psikolojisi bünyeyi ele geçiriyor.

"Sağlıklı bir yaşam tarzı sert, zalim, neredeyse manastır yaşamı gibi değildir. Yaşam tarzı değişikliğini bu şekilde algılamak, bu tür prensipleri izlemeyi (...) çoğu insan için kabul edilmez ve ulaşılamaz konuma getirir."

Bu plan için 5 ana noktadan bahsediyor:
 
1- Beslenme: Ross Walker'ın da övdüğü beslenme tarzı "Akdeniz" tarzı beslenmedir. Şanslı olabilir miyiz? Evet. Özellikle zeytinyağı vurgusu hat safhada. Yapılan bir araştırmada Girit halkının çok düşük kalp hastalığı oranına sahip olduğu ortaya çıkmış. 
2- Egzersiz: Haftada 4-5 kez, 30'ar dakikalık aksiyon. Bunun yanında yaptığınız her şeyde harekete davetiye çıkarmanızı öneriyor. Örneğin asansör yerine merdiven kullanmak.
3- Sigara: Ross Walker içmeyin diyip geçmiş. Şahsen yorumum parayla sağlığa tahribat yapmanın ilginç olduğudur. Böyle bakabiliyorsanız tabii ki ama içenler vergiler sayesinde duble yol yapımına falan katkıda bulunuyor. :)
4- Alkol: Ross Walker'ın yalancısıyım; günde bir-iki kadeh kırmızı şarabın sağlığa çok ciddi yararı olduğunu savunuyor. 2 kat içince 2 kat fayda gelmiyormuş ama. :)
5- Stres: Bir kere de çıkmasa karşımıza? Beynimizi günlük olarak boşaltmak için yarım saat ayırmamız gerektiğini savunuyor. Meditasyon, yoga, ibadet, bir manzara izlemek vb. yollara başvurulabileceğini söylüyor.
Bu 5 noktaya odaklanıldığında ve yaşamda bir amaca sahip olduğunuzda bir plana sahip olmuş oluyorsunuz. 

Yaşam kalitesini de 5 noktada inceliyor; sağlık kalitesi, ilişki ve duyguların kalitesi, maddi kalite vb. gibi. Bu konuda yazmış olduğum Hayat Çemberi yazısına göz atarsanız aslında Ross Walker da aynı noktalardan bahsediyor.
Hoşuma giden noktalardan biri, kitapta geçmiş nesillerle şu anın arasında ciddi bir fark olduğunu vurgulaması. Atalarımızın (dedeler, nineler!) farklı ortamda, farklı yiyeceklerle yaşadığından bahsediyor ve annem, babam sigara içiyor ve 80 yaşında sapasağlamlar, o yüzden ben de içeceğim bana da bir şey olmayacak gibi bir yaklaşımla öteki tarafa tez elden ulaşabileceğinizi söylüyor.
Kitaptaki ana konulardan bir tanesi antioksidanlar. Antioksidanlardan farklı bir yazıda bahsedeceğim, şimdiden beyan etmiş olayım ki gerçekten çok çok çok önemli bir konudur. Takipte kalın. :)

Son söz Ross Walker'dan gelsin; "yaşamınızın her alanında denge anahtardır. Denge olmadan kalite yoktur." Denge noktası bu bağlamda ismen uygun olmuş. :)

Sevgiler